Felaketi fırsata çevirmek: Alternatif türlerden kazanç elde etmek mümkün mü?

Koşulları, uzun süreli şartlar altında belirginleşmiş sucul ortamlara sonradan gelerek orada istilacı konumuna düşen türlere dair bilgileri bir önceki yazıda açıklamıştık. Deniz ve tatlı su ekosistemleri için büyük bir tehlike arz eden istilacılıkla başa çıkmanın yolları arasında, istilacı türlerle avcılık yoluyla savaşmak da var.

Özellikle, bu türlere dair araştırma yapanların karşılaştıkları başlıca kaynaklar arasında istilacı türlerin çeşitli yöntemlerle avlanması ve ekolojik ortamlardan uzaklaştırması öne çıkıyor. Zıpkınla teker teker avlanan yada endüstriyel ölçekte yapılan avcılıkta yan tür olarak ağlara takılan istilacılardan kazanç elde etmemiz mümkün mü?

Su ürünlerinin tüketim pazarına baktığımızda, Ortadoğu - Akdeniz coğrafyasıyla Avrupa ile Uzakdoğu coğrafyası arasında ciddi bir tüketim alışkanlığı farklılığı gözlemleriz. Kıta Avrupa'sının başlangıcıyla doğudaki en uzak noktalar olan Japonya ve Kore arasındaki tüketim alışkanlığı farklılıkları arasında bir yıl içinde tüketilen su ürünlerinin çeşidinden tüketim şekline ve tüketim amacına kadar pek çok farklılık var. İstiridyeler, karidesler ve bazı balıklar dünyanın bir yanında birer lüks tüketim simgesi halindeyken öteki tarafında sabah kahvaltılarına eşlik eden ve tüketimi sıradan hale gelmiş olan birer detay.

Kıyı sularımıza bir şekilde giriş yapan ve buradalarda yayılım alanı gösteren istilacı türlerle başa çıkarken bir yandan bundan nasıl kazanç elde edebiliriz?

Denizden çıkan hemen hemen her türlü su ürününün dünyada bir pazarının bulunabileceğini göz önünde bulundurmakla başlıyor işimiz ve bizim denizlerin ekolojik dengesini alt üst etmeye hazır olan yeni türlerin nerede ve hangi şartlar altında pazarlanabileceğini araştırmakla devam ediyor.

İstilacı olarak tanımlanan türlerle çalışmaya başlamadan önce dikkat edilmesi gereken en önemli konuların başında ise türleri iyi bir şekilde tanımak geliyor. Çünkü vücutlarında bulunan ve canlının kendisini koruması için özel olarak gelişmiş olan organlarla salgılar, onlarla çalışan insanların yaşamlarını tehdit edebilir. Morfoloji, fizyoloji ve toksinler üzerine çalışan su ürünleri mühendislerinin bu alandaki çalışmaları, türlerin daha iyi tanınmasında ve türlerin kendi savunma mekanizmalarının anlaşılması için önem taşıyor. İstilacı türleri iyi şekilde tanıyan su ürünleri sektörünün profesyonelleri, bilgilerini başkalarına aktararak önemli bir bilgi zincirinin en önemli ve ilk halkasını oluşturuyor.

Özellikle kıyı balıkçıları ve endüstriyel boyutta avcılık yapan insanlara türler hakkında bilgi verilmesi gerekiyor. Nasıl avlanırlar, ekonomik değeri olan yerlerine zarar vermeden nasıl ortamdan uzaklaştırılırlar, oltadan yada ağdan nasıl çıkarılır ve nasıl saklanarak son kullanıcıya ulaştırılır gibi sorulara yanıt bulmak önemlidir. Bu gibi sorular, su ürünleri mühendislerine balıkçı bilgilendirmesi ve eğitilmesi alanında yepyeni bir iş alanı daha açabilir.

Fakat avcılık faaliyetleri (ürün tedariği) kadar pazarlama faaliyetleri de bu süreçte en az avcılık kadar önemlidir ve istilacı türlerin avcılığla ekonomik kazanç elde edilmesi davranışının en önemli basamaklarından biridir. Bir denizde istilacı olarak tanımlanan türler, başka denizlerin doğal ekolojik yapısı içinde yer alır ve aktif olarak tüketim zincirinde yer alır ya da oradan avlanarak başka yerlere gönderilir. İyi bir pazarlama faaliyeti için türlerin yerel olarak kabul edildiği lokasyonlar ve o lokasyonların ihracat yaptığı diğer yerler ile irtibat halinde olmak önemlidir.

Avcılık ve pazarlama yeteneklerin sizin ufkunuza ve yeteneklerinize kalmış. Bu yöntem, bir yandan çevre sularının dengesini korumaya katkıda sağlarken öteki taraftan kazanç sağlamanın yalnızca bir basit yöntemi.

Şimdi, Akdeniz'de çeşitli şekillerde yayılım göstermiş olan bazı türlere ve onları öne çıkaran özelliklerine bakalım.

Balon balığı (Lagocephalus sceleratus)

Kurbağa balığı olarak da bilinen balon balığı, Pasifik - Hint Okyanuslarında yaşayan bir türdür. Ağzının ucunda 4 tane büyük kesici diş vardır ve bu dişlerle yayılım gösterdiği alanlardaki canlıları avlar, hatta ağları parçalayarak ekonomik kayıplara neden olur.

Vücudunda tükettiği bir algin vücudunda biriktirdiği nörotoksin olan Tetradototoxin nedeniyle bilinçsiz tüketiminde tüketenlerin ölümüne neden olabilir. Özellikle Uzakdoğu'da ve belli başlı Avrupa kentleri ile Amerika'da bu balığın etini sushi olarak hazırlayan restoranlar vardır ve bu restaurantlar düzenli olarak bu balığa ihtiyaç duyarlar.

Aslan balığı (Pterois)

Scorpenidae familyasında yer alan bu balık, tıpkı balon balığı gibi İndo-pasifik bir türdür ve Akdeniz'de son yıllarda fazlaca gözlemlenmektedir. 40 cm'ye kadar büyüyebilen bu balığın renkleri, suyun içinde gözden kaçmayacak kadar renklidir. Bazı köepk balıkları, hiç bir zehirlenme belirtisi göstermeden bu balıkları tüketir. Balon balıklarında olduğu gibi sushi restaurantları, aslan balığını müşterilerine sunar.

Kahverengi / pembe karides (Metapenaeus monoceros)

Pasifik - Hint Okyanusları ile Afrika kıtasının doğusunda doğal olarak bulunan pembe karides, Akdeniz'e Süveyş Kanalı'nın açılmasıyla birlikte giriş yapan türler arasındadır ve Akdeniz'in yerel türlerinden birisi olan oluklu karidesi ekolojik olarak tehdit etmektedir. Farklı şartlara uyum sağlayabilmesi, onu Akdeniz'deki türler için kalıcı bir tehdit haline getirmektedir. Afrika'nın kıyı şeridinde, Hindistan'da, Pakistan'da, İsrail'de ve Mısır'da tüketimi yapılmaktadır.

Dülger (Zeus faber)


Akdeniz'deki balıkçılarda domuz balığı olarak da satılan dülger, yanlardan basık yüksek vücudu ile dikkat çeker. Çeşitli pişirme metodları Uzak Doğu'da ve Güney Asya'da sıklıkla tüketilir.

Farklı alanlardaki gelişmeler, su ürünleri mühendislerine yeni araştırma alanları açmaya devam ediyor. Şartlar değiştikçe ekolojik uyum, yeni çalışma alanlarının oluşmasına ortam hazırlıyor. Ekonomik kazanç elde etmek için denizler ve iç sular bize daima yeni alternatifler sunuyor. Bu fırsatları değerlendirip çok yönlü kazanç elde etmek için şimdi harekete geçmeliyiz.

Size uygun sağlıklı beslenme planını bulmak

Çoğumuz üzerimizdeki fazla bir kaç kilodan kurtulup daha sağlıklı bir yaşam için zaman zaman bazı kararlar alır ve bu kararlarımızı çabalarla destekleriz. Her ne kadar gençlik yıllarında içine rahatlıkla girdiğimiz giysilerimiz bize o günleri hatırlatsa da geçen zamanla birlikte yediğimiz gıdaların profiliyle birlikte motivasyonumuz da git gide düşüyor.

Yıllarca diyet yapan ve yediklerini kontrol altında tutarak yaşayan insanlar aslında bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyor ve aslında tüketim alışkanlıklarının düzenlenmesinin her kişiye göre özel bir şekilde ayarlanmasının gerektiğinin farkındalar. Arkadaşınızdan yada internetten aldığınız herhangi bir diyet tarifinin sizin üzerinizde etkili bir şekilde işe yaramadığını daha önce de görmüşsünüzdür. Bu aşamada aslında atmanız gereken ilk adım yeme alışkanlıklarınızı kontrol altına almak  ve bu yazıda da yeme alışkanlıklarınızı düzenleme metoduyla ihtiyacınız olana ulaşmaya başlamanın bir kaç yolu yer alıyor.

Sağlıklı yeme planı nedir?


Sağlıklı bir yeme planı hazırlamanın ilk adımı sağlıklı yiyeceklerin neler olduğunu anlamaktan geçer. Sağlıklı gıdaları tüketmek bizi güçlü, zinde, mutlu ve canlı kılar. Sağlıklı gıdalar vücudumuz içinde iyi hissetmemizi sağlar ve gıdalarla aramızda olan ilişkiyi iyileştirmemize yardımcı olur.

Fiziksel olarak iyi hissetmek

Bizim için doğru olan gıdaları tükettiğimizde daha sağlıklı ve hoşnut oluruz. Sağlıklı tüketim alışkanlığı kazandıktan sonra tüketmeye başladığımız yiyecekler yoğun bir gün içinde ihtiyacımız olan enerjiyi bize sürdürülebilir olarak sağlar. Bizi genellikle öğleden sonra üzerimize çöken ağırlıktan kurtararak günümüzün daha verimli geçmesine yardımcı olur, çalışma ve sosyal yaşamımız için gerekli olan enerjiyi karşılar.

Ruhsal olarak iyi hissetmek

Sağlıklı besinlerle beslenmek aynı zamanda gıdalarla sağlıklı ilişkiler kurmayı da yanında getirir. Düzgün yiyecekler yediğimizde bedenimizde meydana gelen olumlu değişmeleri gördükçe yada kilo vermeye başladığımız fark ettikçe mutlu hissederiz "kötü" olan gıdalardan uzak durmaya karşı daha fazla irade gösteririz. Mükemmelleştirilmiş diyet yiyeceklerinden farklı olarak sadece iyi gıdalar tüketiriz ve kendimizi şeker, çikolata yada kızarmış patates gibi gıdaları tüketmemek konusunda motive ederiz. Bununla birlikte en basit şekliyle herhangi bir baskı yada obsesyon olmadan gıdalarla barışık hale gelir relaks hissederiz.

Tümden iyi hissetmek

Yiyeceklerle arasında sağlıklı bir ilişki olan ve sağlıklı yiyecekler tüketen insanlar, diyet yapanlarla aralarında bütünüyle bir fark olduğundan bahsediyor.

  • Tartıda gördüğüm rakama artık takılmıyorum. Sadece iyi yiyeceklerle beslenmeye, sağlıklı yaşamaya ve giydiğim kıyafetler içinde fit olmaya çalışıyorum.

  • İhtiyacımdan daha fazla olan kilolarımı vermek için odaklanıyorum.

  • Artık yiyeceklerle ilgili hassas değilim. Bazen şeker yiyorum ve gazlı içecekler içiyorum. Bunlar benim için iyi değil fakat bunları yemekten yada içmekten keyif alıyorum. Bunları seviyorum çünkü stesssizler.


Bu sadece ağırlıkla ilgili değil; kendilerini yiyeceklerle ilgili rahat hisseden başarılı insanların neyi ele aldıklarıyla da ilgili.


Sağlıklı yeme planı ne demek değildir?


Fiziksel olarak sizi rahat hissettirecek olan herhangi bir maliyetle önceliklendirilmiş bir yeme planı sağlıklı değildir. Pek çok insan sıkıcı diyetlere tekrar tekrar dönerek yiyeceklerle aralarında olan aşk - nefret ilişkisini geliştirir. Bu da şunlara yol açar:

Duygusal yada sosyal yiyicilik

Kendimizi diyetlerlerle ve diyet yiyeceklerle kısıtladığımızda aklımız yiyemediğimiz yiyecekleri "yalvarmaya" başlar. Araştırmalar gösteriyor ki "yalvarma" diyetin bir sonucu ve diyette olanların yemelerinin yasak olduğu gıdaları diyette olmayanlara göre daha fazla "yalvardıkları / arzuladıklarını"nın göstergesi.

Arzulama hali çok kuvvetlendiğinde zihnimizi ele geçirir ve arzulama halini baskılamak için "kötü" gıdalardan tüketiriz. Bu kendimize olan güvenimizi zedeler ve suçlu hissettirir. Bu davranış tekrarlanmaya başladığında doğallaşma riski artar ve kontrolü kaybettiğimizi düşünürüz.

Bu arada, bugün pek çoğumuz diyet yapmıyor fakat sağlıklı beslenmeye çalışıyor ve bunu yaparken yine de kendisini "iyi" ve "kötü" etiketli gıdalarla kısıtlamaktan vazgeçemiyor. Bu da yiyemediği yiyeceklerle sona eriyor ve diyette olan kişi kendini sabote etmiş gibi hissediyor.

Öz değerlerimiz tabanında vücudumuzun yada kilolarımız üzerinde hakim olmak

Çünkü kendimizi mutlu hissettiğimiz kilomuzda kalmak için çok fazla mücadele ediyoruz ve kilo kaybetme işini hayatımızın en önemli mücadelesi haline getiriyoruz. Bunu hayatımıza dahil ediyoruz ve hayatımızı bu yönde kontrol altına almak üzerine bolca düşünüyoruz.

Ne kadar kilo kaybedeceğimiz üzerinde kesin kontrol elimizde, veremezsek kendimizi cezalandırıyoruz ve öz saygımız yaşamımızın ne kadar büyük olduğuyla ilgili değil kıyafetlerimiz etrafında dönmeye başlıyor. Yiyecekler hakkında düşünmek beynimizle olan barışıklığımızı alıp götürüyor, yapabildiklerimizle ilgili güven kaybı yaşıyoruz ve daha depresif bir hale geliyoruz. Bu da başta hedeflediğimiz mutluluğumuzun tam karşıtı.

Sağlıklı beslenme planı nasıl göründüğünüz ve nasıl hissettiğinizin her ikisine birden odaklanır ki buna sıkıcı gıdaları yemek yada sevdiğimiz gıdalardan kısmak dahil değil. "4 haftada 10 kilo" gibi sihirli kilo verme sonuçları vaad etmez.

İyi yiyeceklerle beslenmek hayatı yaşamak için bir yol ve bunu hayatımızın bir parçası haline getirmeyi sevmemiz gerekiyor.


Sağlıklı yeme planının 3 prensibi


Fiziksel ve ruhsal sağlığımız hakkında bildiğimiz her şeyi bir araya getirirken ve sağlıklı yeme planı oluştururken aklımızda bulundurmamız gereken 3 prensibe göz atalım.

1 - Fiziksel ve ruhsal sağlığınızı dengeleyin

İlk prensip ruhsal ve bedensel mutluluğa odaklanır. Gıdalarla olan ilişkimizde nefret-nefret, nefret-sevgi ve sevgi-sevgi dengesini sağlamak olarak düşünebiliriz.

Sonunda, yiyeceklerin etrafında sinirli ve suçlu hissedebiliriz ve yemek ile ilgili seçimlerimizi her zaman sorgulayabiliriz. Bu süre içinde kendimizi yatıştırmak için fazla yemek yiyebiliriz. Eğer bu spektrumun sonunda iseniz fazla kilolarınızdan kurtulmaya başlama serüveninizden önce yiyeceklerle sağlıklı duygusal bağlantılar kurmaya gayret edin.

Gıdalarla nefret-nefret ilişkisini kurmak

  • Yiyeceklerin etrafında kızgınlık ve suçuluk duygusu

  • Yoğun bir şekilde yiyecekleri düşünmek ve yiyecekler için aşırı istek duymak

  • Aşırı yeme eğilimi (Duygusal yada sosyal yiyicilik)


Gıdalarla nefret-sevgi ilişkisi

  • "Kötü" gıdalar yendiğinde suçluluk duygusu

  • Kendi mutluluğunuz için beden ve kilo kontrolü


Gıdalarla sevgi - sevgi ilişkisi

  • Suçuluk duygusu yaşamadan her yiyeceği yemek

  • Gıdalarla doğal, kolay ve sezgisel bağlantı

  • Vücuduzla ve kilonuzla barışıklık


Eğer gıdalarla olan ilişkileriniz konusunda tamamsanız fakat kilonuzun ve kıyafetlerinizin mutluluğunuzu göstermesine izin veriyorsanız duygusal ve sosyal yiyiciliğiniz konusunda daha duyarlı olabilirsiniz. Kilo vermekle ilgili bilgi vermeden hemen önce kilo kaybetmenin genel mutluluğunuz üzerinde ne kadar etkili olduğunu değerlendirin. Harika bir aileniz, arkadaşlarınız ve mesleğiniz olsaydı kilo kaybını değerlendirmek size kendinizi nasıl hissettirirdi? Eğer değilse kilo kaybının özgüveninizi düşürmesine neden izin veriyorsunuz?

Yiyeceklerle pozitif bir ilişkiniz varsa bir sonraki adıma geçmeye hazırsınız.

2 - Uzun süreli ve sürdürülebilir kılmak

İkinci prensip, günlük hayatınıza kolaylıkla dahil edebileceğiniz ve çok fazla irade gücü gerektirmeyen bir planı tasarlamaya yöneliktir.

Hiç birimiz hayatımız boyunca süren bir diyetin içinde olmak istemeyiz. Hep bizim için doğru şekilde çalışacak bir yeme ve yaşama isteriz. Bunu yapmanın tek yolu ise zaten yoğun olan yaşamlarımız içine sokuşturmak yerine yiyeceklerle olan ilişkimizi yeniden düzenlemektir. Bu aynı zamanda kilo vermekle ilgili programları internetten takip etmenin neden sürdürülebilir olmadığı da demektir. Kendinize özgü kişiselleştirilmiş bir program hazırlamak size uygun metodu bulmanın ilk şartıdır. Doğru şekilde beslenmenin ne kadar zor olduğunu ve çok fazla çaba harcamadan başaramayacağımızı öğrenmiş bulunuyoruz. Spor salonları ve sosyal medya bu düşünceleri bize satarak büyüklüğü milyon dolarlarla ifade edilen paralar kazandı. Fakat başarılı bir sağlıklı yemenin anahtarı şimdi ve daima onu hayatımızın bir parçası haline getirmek kadar basit.

3 - Yoksunluğu en aza indirin

Bu süreçteki üçüncü ve belki de en önemli prensip yoksunluk hissini bastırmayı başarabilmektir. Bu, dilediğimiz her yiyeceği yoksunluk hissi yaratmayacak ve bizi suçlu hissettirmeyecek kadar yememiz; restoranlara gitmemiz, arkadaşlarımızla çıkmamız ve keyifli vakit geçirmek için sevdiğimiz içeceği içmemiz demektir.

Yiyecekler vücut için gıdadan çok daha fazlası demektir. Yiyecekler insanları birbirine bağlar ve insanların mutlu hissetmeleri için bir araçtır. Sevdiğimiz yiyecekler bizi duygusal olarak yeniler ve mutlu kılar.


Kişiselleştirilmiş sağlıklı yeme planınız


Yukarıda bahsedilen 3 prensibi uygulamaya başladığınızda artık kendinize özel bir sağlıklı yeme planı oluşturmaya da hazırsınız demektir.

Yiyeceklerle aranızda olan ilişkiyi aşağıdaki sorulara yanıt vererek puanlayın:

  • Yediğiniz ve yemediğiniz gıdalar hakkında düşünüyor musunuz ve yemediğiniz zamanlarda yiyecekleri arzuluyor musunuz?

  • Örneğin bir parça kek, bir tablet çikolata yada bir paket cips yediğinizde kendinizi suçlu hissediyor musunuz ve hemen ertesi gün kendiniz diyetle cezalandırma ihtiyacı duyuyor musunuz?

  • Etrafınızda yiyecekler varken yeme eğiliminiz kontrolden çıkıyor mu genel olarak kendiniz fazla yemiş buluyor musunuz?

  • Uyandığınızda göbeğinizden kurtulmuş olabileceğinizi ve en sevdiğiniz giysinin içinde ne kadar iyi göründüğünüzü düşünebiliyor musunuz?


Eğer bu soruların 2 yada daha fazlasına "evet" yanıtını verdiyseniz, bu adımları uygularken etrafınızda yiyecekler varken nasıl daha relaks ve mutlu hissedeceğinizi öğrenin.

Vücudunuzun içinde sağlıklı hissetmek ve sağlıklı yiyecekler yemek "%80 kadar doyun" ilkesi olarak da bilinen "Hara Hachi bu"'yu kullanın.

Japon, Çin ve Hindistan gibi pek çok Asya kültürü sadece tatmin olana dek yeme alışkanlığını uygular. Fiziksel olarak duyduğunuz açlık ve doygunluğunuza dair ipuçlarını takip ederek tam tokluk halinden %80 doygunluk haline geçiş için öncelikli olarak yavaş yemeye başlayın. Midenizin ne kadar dolu olduğunu ve ne kadar doyduğunuzu hissetmeye çalışın.

Bu arada, bu ilk başta çok zor olabilir hatta duygusal ve sosyal yiyiciler çok çok daha zor olabilir. Yiyeceklerle barışmadan önce %80 tokluk kuralını denemeye çalışmak sadece sosyal yiyiciliği daha kötü bir hale getirir.

Sevdiğiniz yiyeceklerle sağlıklı ve mutlu bir programı oluşturun.

Aşağıda yer alan birimlerden ana öğünleriniz için dengeli bir tabak oluşturun:

  • 1 avuç büyüklüğünde protein

  • 2 yumruk büyüklüğünde renkli sebzeler

  • Tahıl ve meyvelerden 2 fincan kadar


Kadınlar daha düşük miktardaki yiyecekle bu programa başlayabilir fakat erkeklerin daha fazlasına ihtiyacı vardır. Eğer tabağınızdaki yiyecekler bitmeden %80 doygunluğa ulaşırsanız kalanları daha sonra tüketmek için paketleyip saklayabilirsiniz.

Doygunluğunuzun durumuna göre çeşitli aperatifler için yer bırakabilirsiniz. Bir çörek mi yemek istediniz, yada bir parça çikolata yemek mi istiyorsunuz; yiyin gitsin, kendinizi kısıtlamayın. Yediklerinizden ötürü kendinizi kısıtlamak yerine yediklerinizin keyfini çıkarın. Kendinizi daha az ısırıkla mutlu hissettiğinizi göreceksiniz.

Bu şekilde yemek iki şeye yarar. İlki, yeterli miktarda protein ve sebze yemeniz daima zinde olmanızı sağlar ve genellikle saat 3'ten sonra üzerinize çöken ağırlığın oluşmasını engeller. İkincisi, "kötü" yiyecekleri yemeyi kesmeyi kontrol altına almaya çalıştığınızda yiyeceklere olan aşırı isteğinizi törpüler ve sosyal yiyiciliğinizin önüne geçer.

Küçükten başlayın ve inşa edin

2. ve 3. adımları gerçekleştirmeniz bulunduğunuz yerden büyük bir sıçrama yapmanız demektir ve adımları tek bir seferde geçmeyi düşünmeyin. Sağlıklı şekilde yaşamanın anahtarı birbiri üzerine yavaşça inşa edilen küçük sağlıklı alışkanlıklar yaratmaktadır. Örneğin iki hafta sonra öğle yemeğinizin yanına biraz sebze eklemeyi deneyin yada kahvaltıda yumurta yemeye başlayın. Eğer yapamıyorsanız yemek pişirmek zorunda değilsiniz, sadece salata da işinizi görür.

Sağlıklı yemek yemek zor ve karmaşık olmak zorunda değil. Sağlık spor yaparken harika sandiviçler yada yoga esnasında avokado gibi egoztik gıdalarla yapılmış yemekleri yemek değildir. Sağlıklı yaşamın temeli çok basittir ve her yaştan insan kolaylıkla yapabilir.

İşe kendinizi için değişimi kolaylaştırarak başlayın. Fiziksel ve zihinsel olarak iyi hissetmeye odaklanın ve sevdiğiniz tüm yiyeceklerle birlikte mutlu bir yaşam sürdürün.

lifehack.org'daki yazıdan Türkçe'ye adapte edilmiştir.

Plankonun gizli dünyası: Güzel, şaşırtıcı ve bazen de korkutucu

Plankton, sucul yaşam içinde en temel yaşam basamağı. Bünyesindeki klorofil ile güneş ışığı ve ortamdaki mineraller vasıtasıyla besin piramidinin ilk basamağını oluşturan fitoplankton ve fitoplankton ile etçil sucul yaşam arasında geçiş formu olarak kabul edilebilecek olan zooplankton beslenme yönünden iki plankton çeşidini oluşturuyor.

Dünya ve özellikle okyanuslar üzerindeki işlevlerine baktığımızda planktonun görevi ekosistem içinde son derece önemli fakat genel olarak gözle görülemeyecek kadar küçük oldukları için plankton hakkında bilinenler aslında halen sınırlı.

Okyanus ekosistemi içinde yaşayan hemen hemen tüm canlılar hayatlarının ilk evrelerini plankton olarak kabul edilen aşamada geçiriyor ve planktonun sınıflandırılması ve var olan planktonun kataloglanarak belgelenmesi geleceğimiz için son derece önemlidir.



Fotoğrafçılığın pek çok dalının aksine, plankton fotoğraflarının çekilebilmesi sanıldığı kadar kolay bir iş değil. Çok karanlık yerlerde dahi bulunabilen planktonun fotoğraflarını çekebilmek için ekstra bir çaba gerekiyor, çünkü plankton son derece küçük ve kamera ile yakalanması zor canlılar.

[dbc_note note_color="#252525" text_color="#ffffff"]Sudaki canlılara ilk bakış: Plankton, nekton, nöston ve seston[/dbc_note]



Plankon ile laboratuvar ortamında mikroskopla çalışmak dikkat gerekirse de doğada da fotoğraflanabilen plankton var ve bunların en büyüğü ortalama 2 mm boyutunda.

Ryo Minemizu özellikle su altındaki planktonu fotoğraflamak konusunda uzmanlaşmış bir fotoğraf sanatçısı. Çekerek yayınladığı bazı fotoğraflar ise adeta canlı gibi, karenin içindeki plankton suyun içinde süzülüyor.



Plankton fotoğrafçılığı için bazı özel ekipmanlara ihtiyaç var. Minemizu'nun bu iş için özel bir ışıklandırma ekipmanı var ve bu bile işi başarmak için tek başına yeterli değil; Minemizu doğru fotoğrafı çekebilmek için suyun altında 8 saat kadar kalıyor.

Plankton fotoğrafçılığı için en uygun zaman bir çok türün gün içinde beslenme ve üreme için hareket ettiği gün batımları.

Dünya ekosistemi ve besin zinciri için son derece önemli olan planktonun görüntülenmesi, tanımlanması ve kataloglanması, su yaşamının dengesinin güncel durumunu takip etmek için çok önemli. Fotoğrafçılık ve veri yönetimini bir araya getiren bu önemli pozisyon, su altı görüntüleme teknolojileri ile ilgilenen su ürünleri mühendislerinin de gelecekte yapabileceği iş alanlarından birisinin önünün açabilir.

awesomeocean.com'daki yazıdan Türkçe'ye  adapte edilmiştir.

Su ürünleri tüketicileri için nitelikli içerik bir ihtiyaçtır.

Su ürünlerinin insan sağlığına fayda açısından dünyadaki en doğru protein, yağ, vitamin ve mineral kaynağı olduğu artık tüm dünyada kabul edilmiş bir gerçek. Besin kompozisyonunun yanında elde edilebilirlik maliyeti ve işlenmemiş hallerinin kısa süre içinde tüketilme gereksinimi, su ürünlerini nitelikli besin kaynaklarının başında bir yerlere konumlandırıyor.

Avrupa, Amerika su ürünleri tüketimi konusunda önemli pazarlar. Ülke devletlerinin ilgili merciileri kendiliğinden yada firmalar bulabildikleri her mecrada işlerini ve kendilerini halka tanıtarak su ürünleri tüketimini arttırmaya yönelik çalışmalarını iyi bir yol haritasının içine konumlandırdığı doğru materyallerle ve mecralarla yapıyor.

Türkiye için duruma göz attığımızda ise bu durum göze çarpan haliyle üzerinde ürünlerin reklamlarının yer aldığı broşürler, TV reklamları yada sosyal medya mesajlarından ibaret gibi görünüyor. Türkiye gibi önemli bir su ürünleri tüketimi potansiyeline sahip olan bir topluluğun bence eksik kalan yegane yanı, aslında su ürünlerini daha yakından ve çok yönlü olarak tanıyabilmek.



Bir üreticinin ürettiği su ürünlerini pazara sunması için artık yalnızca besin içeriği yönünden güçlü bir materyale sahip olması yetmiyor. Artık tüketici bu ürünün hikayesini de merak ediyor ve araştırıyor. Tüketicinin bu talebini fırsata çevirmek ise yine su ürünleri üreticisine düşüyor: nitelikli içerikler.

Su ürünlerini tüketenler için üretilebilecek içeriklerin arasında pek çok başlık var. Kültür yoluyla elde edilen su ürünlerinin getirdiği avantajların yer aldığı küçük bir broşür yada tezgahtaki taze balığın nasıl seçileceğini anlatan iki sayfalık mini bir kılavuz; hatta üreticinin sattığı su ürünlerini nasıl kolay, hızlı ve lezzetli bir şekilde pişirebileceğini öğrenebileceği bir kitapçık bile markanın tüketiciye verdiği değeri gösteren küçük ama önemli birer materyal olacaktır.

Türkiye’deki su ürünleri pazarında kendine yer açmak niyetinde olan her su ürünleri üreticisinin Türk insanı ile öyle yada böyle bir şekilde iletişim kurması gerekiyor. İşe başlanması gereken yer ise bir üretilen içeriklerin konacağı bir web sitesi ve içeriklerin paylaşılarak bilinirliğin arttırılacağı bir kaç sosyal medya hesabı. Her şey içeriğin kalitesine bağlı; bilgilendirici, ilgi çekici ve nitelikli metin, ses, video ve animasyon içerikleri markanızı önce bilinir yapacak daha sonra tercih edilir kılacak.

Su ürünleri sektörü için nitelikli içerik üretimi sektör içi iletişim ve bilişim altyapısında yeni bir istihdam alanının da önünü açacak. Su ürünleri yetiştiriciliği sektörünü tanıyan ve aynı zamanda müşteriler ve potansiyel müşteriler ile doğru bir şekilde iletişim kurmayı başarabilen kişiler, üreticilerin ürünlerini doğru bir şekilde anlatmalarına aracılık eden önemli bir konumda yer alacak. Su ürünleri tüketicisine ulaşmak isteyen her üreticinin, üretici birliğinin, kooperatifin çevresi ile doğru bir şekilde iletişim kurabilmesi ve etkileşimlerini yönetebilmesi için bugün sektörü tanıyan ve iletişim alanında doğru işler yapabilecek birileriyle çalışmaya başlaması gerekiyor. Yol uzun, üretimin tüketilmesi gerekiyor ve Türkiye, onlarla doğru iletişim kurmanızı bekliyor.

Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) ile ilgili merak ettiğiniz her şey...


Genetik modifikasyon, dünya üzerinde şu sıralar bilim çevresini meşgul eden önemli konu başlıklarından birini oluşturuyor. Genetik modifikasyonu doğru bir şekilde anlıyor muyuz yoksa anladığımızı mı sanıyoruz, işin bu kısmında halen bazı belirsizlikler var. Bu belirsizliği mümkün olan en yalın hali gidermek ve genetik modifikasyon konusunda karanlıkta kalan noktaları ve merak edilenleri Ankara Üniversitesi’nden Dr. Verda Bitirim’e sorduk.

Öncelikle, genetiği değiştirlmiş organizma GDO, Genetically modified nedir? Bize kısaca bunu açıklayabilir misiniz?

GDO’lar (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar), biyoteknolojik teknikler kullanılarak genetik yapıları değiştirilerek geliştirilmiş ürünler olarak tanımlanabilir. Bu ürünlere yani bunlara transgenik ürünler de diyebiliriz, o organizma bir aktivite açısından değiştirimiş veya ıslah edilmiştir. Kısaca GDO’lar genetik dizileri değiştirilebilen, doğal olmayan bir sebepten doğmuş organizmalardır. Günümüzde mısır, soya, kanola, pamuk, şeker pancarı, patates, pirinç, domates -ve artık balık gibi pek çok GDO ürünü bulunmaktadır.

Son yıllarda Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ve ürünlerinin yaşamın birçok alanmda kullanılmaya başlanması onları dünyada ve ülkemizde üzerinde en fazla tartışılan konulardan biri haline getidi. Genetik modifikasyonlara neden ihtiyaç duyuluyor?

Bu gerçekten tartışmalı bir konu. GDO'nun bilinen ve bilinmeyen yarar ve zararlarından bahsetmeden önce neden ihtiyaç duyulduğunu kısaca anlatmak gerekirse; bunun en önemli nedeni artan dünya nüfusu ve artan gıda tüketimi. Artan dünya nüfusunun iyi ve dengeli beslenmesinden önemli faktör olan gıdanın; bol, ucuz, kaliteli ve sağlıklı üretilmesi gerekmektedir. Nüfusun son 40-50 yılda hızla artışı, tarıma elverişli alanların giderek daralması, tüketim çılgınlığı, yanlış yapılaşma, kuraklık, küresel ısınma, erozyonlar, gıda israfı, üretim teknolojisinin henüz istenilen düzeye çıkarılamaması, sulamanın yetersiz olması, denizlerin kirlenmesi gibi çeşitli nedenlerle yakın bir gelecekte açlık sorununun insanlığı tehdit edecek bir boyuta ulaşacağı düşünülmektedir. Bu noktada bilim insanları biyoteknolojik yöntemler uygulayarak yaşadığımız ve yaşayacağımız bu soruna çözüm üretmeyi amaçladılar. En azından başlangıçta böyle idi.

Bir canlının “genetiği”, nasıl değiştirilir? (Genetik modifikasyon nasıl yapılır?)

Modern bitki biyoteknolojisinde temelde 2 yöntem kullanılır; yöntemlerin birincisi işin temelini oluşturmaktadır. Bunlardan birincisinde; aktarılmak istenen geni içeren gen kasetinin oluşturulması gereklidir. Herhangi bir genin transkripsiyonun gerçekleşebilmesi için de o geni çevreleyen DNA elementlerinin (promotor ve terminatör dizileri) bulunması gerekmektedir. Agrobacterium tumefaciens bakterisindeki T-DNA bölgesi çıkarılarak onun yerine aktarılmak istenen gen entegre edilmiş Ti plazmit kullanılarak hedef bitki hücresine aktarım yapılır. İkinci yöntem ise gen bombardımanı (gene gun) denilen ve altın ya da tungsten parçacıkların üzerinin hedef DNA ile kaplanması ve hedef hücreye hızla yollanması yöntemi kullanılır. Her iki yöntemle de aktarılması istenen DNA dizisi hedef bitki hücrelerine aktarılır ve daha sonra istenilen DNA’yı almış olan hücrelerin bölünmesiyle oluşan genetiği değiştirilmiş bitki elde edilir. Son 20 yıl içerisinde bu iki keşfin birlikte kullanılmasıyla bir çok kültür bitkisi türlerine gen aktarımı gerçekleştirilmiştir. Yine son zamanlarda canlının insan üzerinde alerji yapabileceği bilinen veya verimini düşürebileceği bir geni de çıkartılarak organizmanın genetiği değiştirilebilir.

Genetiği değiştirilmiş canlılarda ne gibi değişiklikler gözlenir?

Şimdilerde genetiği değiştirilmiş organizam deyince insanların aklına GDO deyince kocaman domatesler, 2 kafalı inekler geliyor olabilir ancak tabi ki gerçek böyle değil. Bu aslında biraz basının abartması. Asıl amaç söz konusu bitkinin büyüme ve gelişim sürecinde olumsuz etki eden genleri ortadan kaldırıp ürün kalitesini ve verimini arttırmak. Siz ürünlerde gözle görülür bir değişiklik göremezsiniz. Zaten biyogüvenlik yasalarınca da GDO teşhisinde uzmanlar göz ile bakmaktan çok genetik analizler ile ürünün GDO’lu olup olmadıgına karar verirler. Bu ürünler verimli (yani birim alanda yetişen ürün miktarı fazladır), zararlılara karşı dirençli, vitamince zenginleştirilmiş ve çevre şartlarına (soğuk, kuraklık gibi) dayanıklı ürünler olurlar.




Canlıların genetiği ile oynamak, bize ne kazandırır, ne kaybettirir? Genetik modifikasyon zararlı mıdır?

Şimdi bu noktaya kadar, GDO'lar harika bir şeymiş gibi gelmiş olabilir. Bu yanlış da değil. GDO korkulacak ve bize anlatıldığı kadarıyla da korkulması gereken bir teknoloji değildir. Zaten dediğim gibi en başta GDO’lu bitkiler tamamen ticari amaçlar ve toplumun tüketim ihtiyaçlarını karşılayabilmek için üretilmeye başlandılar. Ancak genetik modifikasyon şimdi daha az masrafla daha çok ürün almak için kullanılan standart olarak uygulanan bir yöntem haline geldi.

İşin içine ticari kaygılar girdiği zaman biz “iyi bilim, kötü etik”ten bahsedebiliriz. Şöyle ki, Dünya açlıkla mücadadele ederken, örneğin Afrika'da , besin miktarının artırılması ve içeriğinin zenginleştirilmesi oldukça önemli bir adımdır. Besin içeriğini zenginleştirmeye yönelik biyoteknolojik çalışmalar ile vitamin A yönünden zengin pirinç (golden rice) üretimi gerçekleştirilmiştir. Bu GDO alanında yapılan ilk girişimlerdendir. Dünyada Pirinç tüketimi çok olan ülkelerde A vitamin eksikliğinden kaynaklanan görme bozukluğunun, her yıl 250.000 ile 500.000 kadar çocuğun kör olmasına ve bunların üçte ikisinin de izleyen birkaç aylık süreçte ölümlerine neden olmakta. Ayrıca, transgenik yöntemlerle balıklardaki büyüme hormonu salgısı artırılarak et miktarını çoğaltma çalışmaları da yapılmıştır. Alerjik reaksiyonlara sebep olabildikleri belirlenen yer fıstığı, fındık, soya, buğday, inek sütü, yumurta, balık ve kabuklu su ürünleri gibi bazı besin grupları içindeki alerjik reaksiyona sebep olan proteinler çıkartılarak veya yapısı değiştirilerek bu besinlerin neden olduğu reaksiyonların azaltılması hedeflenmiştir. Soğuk sularda yüzen bir balığın buna dayanıklığını sağlayan protein kodlayan geni çilek gibi hassas meyvelere aktarılarak çevreye dirençli hale getirilebilir. Laktoz intoleransı olan bireyler için üretilmiş laktoz içeriği azaltılmış süt de genetiği değiştirilmiş besinlerin tedavi amacıyla kullanımına yönelik çalışmalardandır.

GDO sadece dirençli ve verimli organizma yetiştirmek amaçlı da değildir. Biyoteknolojik yöntemler kullanarak insan tedavisi için gerekli pahalı ilaçların ve aşıların bol ve ucuz üretilmesi hedeflenmektedir. Kronik karaciğer hastalığına sebep olan hepatit B virüsünü önlemek amacıyla mayalardan aşı geliştirilmektedir. Bu amaçla patojen mikroorganizmaların çeşitli proteinlerini sentezleyen genler muz, patates, marul, tütün gibi bitkilere aktarılmaktadır. Benzer şekilde çocuk felci, kızamık, kuduz, difteri ve bir çok viral hastalıklara karşı ilaç olarak kullanılacak aşıların GDO bitkilerde üretimi hakkında çalışmalar da yoğun şekilde yürütülmektedir. Ek olarak tarımda biyoteknolojiden daha çok yararlanılmasıyla herbisit ve pestisit gibi tarım ilaçların kullanımının azalması sonucu sağlık sorunlarının ve çevre kirlenmesinin azalacağı düşünülmektedir.

Tüm bunlar GDO’nun aslında öcü olmadıgını bize gösteriyor ancak dediğim gibi bir de bu işi “kötü etik” kısmı var.

Bu bağlamda çok tartışmalı konulardan birisi biyoteknoloji ile üretilmiş besinlerin, bir ürünün alerjik proteinini kodlayan geninin bir başka ürüne transferi ile zaten alerjik olduğu bilinen bir besinin bu özelliğinin daha da artması veya yeni alerjik proteinlerin ortaya çıkmasıdır. Yapılması gereken aktarılan gen ile ilgili ürün üzerin etiketleme yapmak ve kullanıcıyı uyarmaktır. Veya; bitkiye aktarılan antibiyotik resistan geni, bağırsaklarda bulunun bakterilere transfer olabilir. Bu da antibiyotik dirençlerini arttırabilir. Fakat Avrupa İlaç Ajansı Uzman Komitesi 22 Şubat 2007 tarihinde, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi Uzman Paneli tarafından hazırlanan bir raporunda, transgenik ürünlerde kullanılan (antibiyotiğe dayanıklılık) NPTII geninin insan sağlığında kullanılan antibiyotiklerden farklı olduğunu bildirmiştir. Ayrıca bilinenin aksine, virüs yardımı ile aktarılan geni içeren besin tüketiminde ise bu geni besinle alan insan ve hayvanlarda bu virüse bağlı herhangi bir sağlık problemi yaşanmayacağı çünkü bu virüsün hayvanlarda ifade edilemeyeceği gösterilmiştir.

Tabi ki bugüne dek aktarımı yapılan bazı genlerin de büyümede ve embriyonik dönemdeki gelişmede toksik , kutajenik ve karsinojenik de olabileceği görülmüştür. Büyüme hormonu ile beslenen inek ve balıklarda daha ileri safhalarda insanlarda sorun yaratıp yaratmayacağı tartışma konusudur hala. Ancak bugüne dek belirgin bir etki gözlenmemiştir. Bu riskleri minimum indirmek için FDA’nın araştırmalara devam etmesi gerekmektedir ve bildiğim kadarıyla bu konular hala araştırılmaktadır.

GDO’ların ticari ekimlerine izin verilmeden önce çok iyi ve kapsamlı şekilde laboratuvar ile klinik testleri yapılmakta ve elde edilen bilgiler bağımsız bilim kurulları tarafından incelenmektedir. Biyogüvenlik düzenlemeleri, güvenlik karşıtı güçlerle mücadele yani tohumların kaçak olarak sokulması ve ruhsatsız/denetimsiz ıslahı da bu teknolojinin beraberinde getirdiği zarlardan başlıcaları. Fakat benim kişisel olarak da en çok rahatsız olduğum konu terminal genlere sahjp tohumlar ile yapılan ekim. Şimdi çiftçimiz bir sene mahsülünü alınca tohumları ile diğer yılın hasadını yapıyordu. Ama şimdi alınan tohum terminal gen yani tek bir ürün verebilecek şekilde olunca verimi yüksek fakat devamı olmayan ürünler alıyorlar. Tohum ve tarımsal ürün yönünden dış ülkelere bağımlılık sebebi ile, Türk çiftçisi zarar görüyor. Kötü etik olarak bahsetmeye çalıştığım noktalardan biri de bu. Yüksek verim amaçlı hazırlanan bir tohumu terminal genli yapıp üreticiyi kendine bağımlı kılmak iyi amacın dışına çıkmak bana göre.

Tür popülasyonları olarak düşündüğümüzde, genetiği değiştirilmiş organizmalarla doğadaki bireylerin karışması, türün dengesinde ne gibi değişmelere neden olabilir?

GDO’ların insan ve canlı üzerindeki potansiyel zararları veya riskleri de tartışılmaktadır. Transgenik türlerle ilgili en önemli problem kullanılan ülkenin doğal yapısını etkileme tehlikesidir. GDO’ların ekosistemdeki tür dağılımına etki ederek dengeleri bozabileceği ve bu nedenle küresel bir çevre ve besin krizine yol açabileceği de belirtilmiştir. Bu nedenle türlerin ekiminden kaynaklanan çevresel etkilerin anlaşılabilmesi için ülkenin iklimi, fauna ve florası ayrıntılı olarak bilinmelidir. Aktarılan genlerin doğal bitki türlerine atlayarak bulundukları çevrenin doğal türlerindeki genetik çeşitliliğin kaybına, yabani türlerin doğal yapısında sapmalara ve tek yönlü kimyasal uygulanması sonucu tek yönlü evrimin teşvikiyle ekosistemdeki tür dağılımı ile dengenin bozulmasına yol açabileceği düşünülmelidir. Örneğin böcek öldürücü gen aktarılmış Bt (Bacillus thuringiensis) mısırı poleninin, Kuzey Amerika’da yaygın bulunan Monarch kelebeğinin larvaları üzerinde öldürücü etkileri saptanmıştır. Bu kelebekler mısırla beslenmedikleri halde Bt mısırı polenlerinin kelebeğin temel besin kaynağı olan ipek otu üzerine ulaşması öldürücü sonuç doğurmuştur. Yani, genetik değişikliği operasyonuna maruz kalmadığı halde bazı ürünler kasıtsız olarak GDO’lara sahip olabilmektedirler (ekim zamanındaki çapraz tozlaşma, beklenmedik ya da teknik olarak engellenemez koşullar, hasat, saklama ve taşıma koşulları nedeniyle). Fakat aslında bu da denetim altındadır. Üreticileri ürünlerinde herhangi bir GDO maddenin oluşmasını engellemek için gerekli önlemleri aldıklarına dair yetkili ulusal kurumları usulüne uygun bir şekilde bilgilendirmeli ve bu bulaşma oranı %0,9 ‘u geçmemelidir.

Dünya, genetiği değiştirilmiş organizmalara karşı neden böylesine ön yargılı?

Bu konu temel biyoloji ve biyokimya bilgisi olmayanların en önemli eleştirilerinden birisi bu ürünleri tükettikçe zamanla insanların kendi genomlarında da değişiklik olabileceği algısıdır. Biyolojik açıdan bu teori geçerli değildir. Biyolojik çeşitliliği azalttığı ve alerjik etkilerinden dolayı duyulan çekince ise oldukça mantıklı.

Ben temel neden olarak kulaktan dolma bilgilerle ve genetik alanında insanlara hayal ettirilen mitler ile konuya yakın olmayan insanların korkutulması diyebilirim. Karşı çıktığımız veya desteklediğimiz eylem ya da düşünceyi her yönüyle öğrenip değerlendirmekte fayda var.

Genetiğiyle oynandığını bildiğiniz bir tarım ürününü tüketmeden önce nelere dikkat edersiniz?

Alerjen etikilerine ve gerekli hukuki süreç ve toksik incelemelerden geçerek onaylandığına. Bu noktada etiketleme çok önemli ama ülkemizde bu atlanıyor. En büyük sorun bu.

Popülasyon içinden genetik olarak daha güçlü bireylerin seçilmesi ve bunlarla yeni bir “güçlü” popülasyon havuzunun oluşturulması genetik modifikasyon olarak değerlendirilebilir mi?
Hayır. Biz buna genetik modikasyonların sonucu olarak gerçekleşen doğal seçilim ve daha da devamında evrimleşme süreci diyebiliriz. Ama bu GDO’nun konusu değil.

*

Genetiği değiştirilmiş organizmalar, önümüzdeki günlerde hayatımızda daha fazla yer tutacak gibi görünüyor. Burada bilim ile birlikte pazara ve bilişime büyük sorumluluklar düşüyor. İyi etik gözetilerek yapılmış ve fayda sağlayan modifikasyonlar, gelecekte ihtiyaç duyduğumuz kaynakları daha kolay ve hızlı şekilde elde etmemizi sağlayacak. Bununla birlikte bu kaynakların içeriğini son kullanıcıya doğru, hızlı ve güvenli bir şekilde ulaştırmamız gerekiyor. Bu aşamada da su ürünleri sektörünün bilişim alanında konumlanmış uzmanlarına büyük görev düşecek. Doğru etiketleme, doğru içeriklendirme ve nitelikli bilgilendirme ile GDO'yu doğru bir şekilde anlatmayı başarabiliriz.