Yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bağlı su altı teknolojisi denizlerin korunmasını daha iyi bir yere taşıyacak

Elektronik etiketler taşıyan, gerçek zamanlı verileri bilim insanların laboratuvarlarına gönderenfokları hayal edin; ya da belirli bir nedenle giriş çıkışın kontrol altına tutulması gereken bir batığa bir dalgıcın izinsiz şekilde girdiğinde arkeologları otomatik olarak uyaran sistemler.

Bu tür veri akışlarının yada bilgilendirme sistemleri, dünya denizlerini izlemeye ve korumaya yardımcı olmak konusunda iyi bir potansiyel taşıyan, bağlantılı deniz altı teknolojilerinin bir sonucu olarak mümkün hale geliyor. Bunun yanında deniz altına dair yeni gizemleri de aydınlatabilir.

Aşmak gereken yeni sınırlar ve bu sınırların ötesindeki bilinmeyenler

Avrupa Birliği tarafından finanse edilen TEUTA projesinin inovasyon ortağı Vladimir Djapic, Uzay araştıran şirket ve kurumlara çok fazla fon sağlandı, ancak çevremizde keşfetmediğimiz okyanuslar var diyor.

Denizaltı Nesnelerinin İnterneti veya kısaltılmış ismiyle IoUT, akıllı telefonlardan ev iklimlendirmesini kontrol etmeye imkan tanıyan cihazları kapsayan Nesnelerin İnterneti - IoT'nin aksine denizde iletişimi kolaylaştırmak için akıllı, birbiriyle bağlantılı sensörler ve cihazlardan oluşan bir ağ.


TEUTA, Ekim 2020'den Mart 2022'ye kadar çalıştı. Hırvatistan merkezli H20 Robotics şirketinin, hafif, düşük maliyetli akustik cihazlar ve deniz altı kablosuz ağlar için robot platformlar geliştirmesine ve satmasına yardımcı oldu.

Önceden sınırlı sayıda deniz altı ağı kurulumu yaptık, sadece sınırlı kıyı alanları keşfedebiliyorduk dedi, Zagreb merkezli H20 Robotics'in CEO'su olan Djapic.

Denizaltı teknolojilerindeki ilerlemelerin, deniz biyolojisi, çevresel izleme, inşaat ve jeoloji gibi birçok sektörü dönüştürmesi bekleniyor.

Su altından anlık veri toplayabilmek ve daha verimli iletişim yöntemlerini inşa etmek

TEUTA, balinaların ve yunusların iletişim şeklini taklit eden akustik teknolojisini geliştirdi. Bu akustik dalgalar, radyo veya optik iletişim dalgalarından farklı olarak, karanlık veya açık olmasına bakılmaksızın su altında uzun mesafeler kat ediyor.

Sualtı alanına kurulan uzak sensörler, ölçüm araçları, tespit sistemleri veya kameralar verileri toplayıp yüzeydeki bir şamandıraya gönderir. Şamandıra ise iletişim kablolarına ihtiyaç duymadan bilgiyi bulut aracılığıyla kablosuz olarak üsse gönderiyor.

Djapic'e göre odaklanılan alanlardan biri dalgıçlar ve karada yaşayan meslektaşlar arasındaki iletişimi geliştirmek.

Djapic, Örneğin, su altı inşaatında çalışan bir dalgıç, amirine mesaj göndererek ek yardım, alet veya benzeri taleplerde bulunabilir dedi.

Bilim insanları ayrıca, örneğin deniz tabanına kurulu bir su kalitesi ölçüm cihazını laboratuvarlarından uzaktan açabilme olanağından da faydalanacaklar. Arkeologlar da bu teknolojiyi, uzak konumlarda kurulu davetsiz misafirleri tespit etme teknolojisiyle savunmasız su altı alanlarının korunmasına yardımcı olmak için kullanabilirler.

Bunun yanında TEUTA teknolojisi, üç pilot bölgede su altı kültürel mirasının belgelenmesini ve korunmasını iyileştirmeyi amaçlayan AB destekli bir başka proje olan TECTONIC'i destekleyecek. Bu alanlar arasında güney İtalya'daki Capo Rizzuto Deniz Koruma Alanı, Yunanistan'ın Saronik Körfezi'ndeki batık antik Aegina limanı ve Arjantin'deki Deseado halicindeki bir gemi enkazı alanı yer alıyor.

Djapic'e göre su altı tarımı veya madencilik gibi başka olasılıklar da ortaya çıkabilir.

Su kalitesini izleyen kamu kurumları veya sivil toplum kuruluşları için teknoloji, araştırmacıların fiziksel olarak numune toplama ve bunları laboratuvara teslim etme ihtiyacının yerini alabilir.

TEUTA, yeni gelişen su altı iletişim teknolojilerine destek verirken, bunların pazarlanması ve daha yaygın şekilde kullanılmasını sağlamak için daha fazla çalışma yapılması gerekiyor.

Her şeyin analiz edilmesi gerekiyor diyor Djapic. Teknolojimiz çevresel parametrelerin ölçülmesine olanak sağlıyor.

Daha fazla sensör ve örnekleyici ile zorlukların üstesinden gelmek ve izleme maliyetlerini düşürmek mümkün olabilir.

Bu arada İtalya'da bir araştırmacı ekibi, mevcut gözlemevleri ve platformlara entegre edilebilecek sensörler ve örnekleyiciler kullanarak okyanus verilerinin toplanmasına yönelik yeni bir yaklaşım izliyor.

Bu, örneğin Şubat 2022'de açıklanan, önerilen European Digital Twin of the Ocean için yararlı olan çok miktarda bilginin toplanmasını sağlayacak. İkiz, okyanusun hem tarihsel hem de canlı verileri entegre eden gerçek zamanlı bir dijital kopyası olacak.

AB tarafından finanse edilen NAUTILOS projesi, yeni nesil deniz teknolojileri geliştirerek daha önce erişilemeyen bilgileri toplayacak ve okyanuslardaki fiziksel, kimyasal ve biyolojik değişikliklerin anlaşılmasını geliştirecek.

Eylül 2024'e kadar dört yıl sürecek olan proje, Roma merkezli Ulusal Araştırma Konseyi'nden Gabriele Pieri tarafından koordine ediliyor.

Pieri, Teklifimiz okyanusların gözlemlenmesindeki bir boşluğu doldurmayı amaçlıyordu dedi. Bunlar dünyadaki en büyük habitatlardır, ancak yerinde gözlem zorlukları ve izleme maliyetleri nedeniyle en az gözlemlenenlerdir.

NAUTILOS teknolojisi halihazırda Ege ve Adriyatik dahil Baltık ve Akdeniz'de test ediliyor.

Sensörler örneğin sudaki klorofil-A ve çözünmüş oksijen seviyelerini ölçebilir. Bunlar su kalitesinin ve buna bağlı olarak balık varlığının önemli göstergeleridir ve stokların korunmasına yardımcı olur.

Sudaki mikroplastiklerin konsantrasyonu hakkında bilgi toplayan sensörler ve örnekleyiciler aynı zamanda insan kaynaklı kirliliğin okyanuslar üzerindeki etkisinin anlaşılmasını da genişletiyor.

Bilimsel araştırmalarda sıra dışı ortaklar

NAUTILOS ortaklarından biri olan Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS), bazı beklenmedik takım arkadaşlarını işe aldı bile: foklar.

Arjantin'deki Valdes Yarımadası açıklarında yüzen bu deniz canlıları, hayvanların kendileri ve yaşam alanları hakkında değerli verileri kaydeden sensörlerle etiketlendi.

Araştırma kurumları ve şirketlerden oluşan NAUTILOS ekibi bir düzineden fazla sensör ve örnekleyici türü geliştiriyor. Bunlar uzaktan algılama teknolojilerini ve mikroplastik dedektörleri içerir.

Proje, yeni araçların mevcut ve gelecekteki platformlarla çalışabileceğini ve bunlar arasında kolayca geçiş yapılabileceğini göstermeyi amaçlıyor. Aletler nispeten ucuz, hızla kurulabilir ve diğer ekipmanlarla birlikte çalışarak avantaj sağlar. Örneğin, bir sensör otonom bir su altı aracına monte edilip daha sonra sabit bir şamandıraya taşınabilir.

Vatandaş bilimi, örneğin okyanus plastikleri etrafında kampanyalar düzenleyen gönüllülerin yanı sıra üyelerinin yeni teknolojileri test edebildiği ve geri bildirimde bulunabildiği tüplü dalış dernekleriyle çalışan NAUTILOS'un önemli bir parçası.

Ekip ayrıca dalgıçların araştırmacılar tarafından değerlendirilebilecek su altı florası veya faunasının fotoğraflarını yüklemeleri için bir akıllı telefon uygulaması da geliştirdi.Pieri, Vatandaş bilimine olan ilgi beni gerçekten şaşırttı dedi. Birçok insan denizdeki yaşamın iyileştirilmesine yardımcı olmaya istekli.

Kaynak: The EU Research & Innovation Magazine -  Horizon

 

Rus isimli bir Amerikan havyar üreticisi nasıl sürdürülebilir mersin yetiştiriciliğinde öncü oldu?

Tsar Nicoulai (Çar Nikolay) Çiftliği, sürdürülebilir su ürünleri yetiştiriciliğinin geleceğini yeniden şekillendiren Sterling Caviar ve The Fishery Inc.'in de aralarında bulunduğu öncü mersin balığı yetiştiricilerinin bir parçasıdır. UC Davis'te su ürünleri yetiştiriciliği uzmanı ve yardımcı doçent olan Jackson Gross'a göre, Sacramento County'deki bu çiftlikler Amerika Birleşik Devletleri'nde üretilen havyarın yaklaşık %90'ını sağlıyor.

Bu miktar küresel pazarın nispeten küçük bir kısmını oluştursada, AB balıkçılık raporuna göre ABD, 2018 yılında küresel olarak üretilen 380 ton havyarın yaklaşık 18'ini sağladı. Bunun yanında Amerikalı üreticinin fiyatları karşılaştırılabilir ancak biraz daha düşük: Çar Nikolay havyarı ons başına $55 - 400 dolar arasında seyrederken, Rus havyarının ons başına yaklaşık $80 - 800 dolar arasında olduğu ve nadir türlerden gelen havyarlarda dört rakamlı fiyatlarda hakim olduğu görülüyor.

Ancak Kaliforniya'daki bu tedarikçiler, yakındaki nehirlerde kendi halinde yüzen ve yaşamaya devam eden yabani mersin balığı popülasyonunu korurken, yavaş yavaş ve bilinçli bir şekilde havyar endüstrisini dönüştürüyor.

Örneğin Çar Nikolay'daki güneş panelleri yaklaşık 50.000 mersinbalığı barındıran balık tanklarını soğutmak için güneş ışığını güce; balıkların dışkıları ise gübreye dönüştürülüyor. Daha az su kullanmak için yeni sistemler geliştiriyorlar ve balığın daha fazla kısmını kullanmanın yeni yollarını buluyorlar.

Gross, Beyaz mersinbalığının yetiştirilmesi, Kuzey Amerika'da kimsenin hakkında pek fazla konuşmadığı en büyük koruma başarı öykülerinden biridir diyor.

Peki, kulağa Rus gibi gelen bu havyar üreticisi buraya nasıl geldi?

Çar Nikolay aslında ABD'li. İsveçli bir çiftin San Francisco'da kurduğu şirketin pazarlama başarısı. California Sunshine, Inc. ismiyle başladılar fakat pek ilgi görmeyince markayı "Tsar Nicoulai" olarak değiştirdiler.

Mats ve Dafne Engstrom, 1980'lerde deltanın yabani mersinbalığını merak etmeye başlamışlardı. Havyarın Rusya veya İran yerine Kaliforniya'dan gelmesi fikri onları büyüledi. Mersin balığı yetiştiriciliği hareketi daha yeni başlıyordu; Sterling'in selefi 1983 yılında Wilton'da mersin balığı üretimine başlamıştı. İlham alan Engstrom'lar, 1984 yılında, Rus doğumlu UC Davis bilim insanı ve Mersin balığı yetiştiriciliğinin babası olarak anılan Serge Doroshov'un yardımıyla aynı kasabada bir çiftlik açmaya karar verdiler.

Doroshov'un araştırması, ortalama ~122 ila ~183 cm uzunluğunda ve olgunlaştığında ~37 ila ~50 kg olan ancak ~610 cm uzunluğa kadar büyüyebilen bu devasa balıkların, çiftlik ortamında vahşi ortama göre çok daha hızlı olgunluğa ulaşabildiğini buldu, bu oran yıllar geçtikçe hızlandı. Günümüzde, çiftlikteki mersin balıklarının ortalama üreme yaşı, yaban mersin balıklarında görülen 24 yıla kıyasla 6 yıl. Bu değişim, mersin balıklarının beslenme düzenlerini, oksijen seviyelerini ve su sıcaklıklarını optimize eden yetiştiriciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Gross, nesiller boyunca daha hızlı üreyen mersin balıkları, yetiştirilen mersin balığı popülasyonunun genelinde daha büyük bir oranı oluşturmaya başladı diyor.

Ali ve Marai Bolourchi’nin sahipliğindeki balık üretim tesisinde, tanklar sadece güneşten değil, tankları aynı zamanda bir ziyafet için mükemmel bir yer olarak gören şahinlerden de korunuyor. Havuzlarda binlerce fingerling yani yavru haldeki mersin balığı yüzüyor. Yaklaşık on iki kişilik ekip, mersin balıklarının her gelişim aşamasında onlarla ilgilenmek için tesis içinde yaşıyor. Bu görev, oksijen seviyeleri veya sıcaklıklar değişmeye başlarsa akıllı telefon uyarıları gönderen tank teknolojisiyle destekleniyor.

Üçgen çıkıntılardan veya pullardan oluşan zırhlarıyla mersin balıkları sadece tarih öncesinden günümüze gelmeyi başarmış modern fosiller gibi görünmüyor. ABD Balık ve Vahşi Yaşam Servisine göre, bu türün geçmişi 200 milyon yıl öncesine yani dinozorların zamanına kadar uzanıyor. Ancak yaban mersin balıkları, günümüzün değişen dünyasında pek çok diğer tür gibi zorluk çekiyor.

Geçen yaz Delta, San Francisco ve San Pablo Körfezleri’nde büyük bir kırmızı alg patlaması sırasında yüzlerce mersin balığı öldü ve kıyıya vurdu. Bu, Körfez Bölgesi haliçlerinde kaydedilen en büyük mersin balığı ölümlerinden biriydi. Ancak Wilton çiftliğindeki balıklar bu tür tehlikelere karşı da korunuyor. Çiftlik, balık tanklarından çıkan suyu temizlemeye yardımcı olan kapalı devre bir su sistemi kullanıyor. Bu yan ürünler nitrojen ve diğer besinler açısından zengin olduğundan, çiftlik onlarca yıldır bu suyu su sümbüllerinin yetiştirildiği göllere gönderiyor. Buna karşılık bitkiler atık suyu emerek suyu balık tanklarına geri döndürüyor.

Ali Bolourchi, Bunlar temelde doğanın organik biyofiltresi diyor.



Bolourchi ve ekibi, son sekiz yıldır su ve enerji tasarrufu da dahil olmak üzere çeşitli alanlarda sürdürülebilirliği artırmak ve kendilerine Whole Foods'tan 2018 yılında çevresel koruma ödülü kazandıran güneş enerjisiyle kendi kendine yetme konusundaki çalışmalara yöneldi.

Aynı yıl, David Agus ve Oracle'ın kurucu ortağı Larry Ellison'ın Sensei Çiftlikleri ile uzun vadeli bir ortaklık kuruldu ve bu besin açısından zengin balık tankı suyu kullanılarak ürün yetiştirilmeye başlandı. O zamandan beri Bolourchi, 15 Eylül'de test edilmeye başlanacak yeni bir balık tankı türüne yatırım yaptı. Bu tank, balık atıklarını doğrudan gübreye dönüştürecek.

Hasat zamanı geldiğinde, her yıl 750 ila 1250 mersin balığı, tesiste bulunan fümeviye ve steril, soğuk odalara alınır. Burada odak, balığın mümkün olduğunca çoğunu kullanarak israfı en aza indirmektir. Burada mersin balığı yalnızca havyar için değil füme ve pate de dahil olmak üzere daha fazlası için kullanılır. Bunlar yerel pazarlara ve Marai Bolourchi'nin bal ile, vanilya kreması ve golden osetra havyarı ile eşleştirilmiş mısır ekmeği madelene gibi yemekler servis ettiği San Francisco Feribot İskelesi'ndeki Havyar Kafe'ye gönderilir.

Deniz koruma alanları oluşturmak ve kıyıları korumak neden odağımızda olmalıdır?

İnsan faaliyetleri neticesinde zarar gören kıyı ve denizlerin devamını sağlamak için koruma alanları oluşturmak zorundayız.

Günümüzde hem Türkiye, hem Avrupa hem de tüm dünya kıyılarını etkileyen bazı ciddi sorunlar var ve bu sorunlar kıyıların fiziksel, kimyasal ve biyolojik şekillerini kalıcı olarak bozarak kıyılara zarar veriyor. Bu sorunları bir kaç başlık altında listelemek gerekirse eğer; bilinçsiz ve kontrolsüz tarım ve balıkçılık faaliyetleri, agresif stratejilerle yürütülen enerji üretim işleri ve çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan yada çevreye olan etkileri göz ardı edilerek sürdürülen turizm gibi insan kaynaklı faaliyetler ilk sırada sayılabilir.

Bununla birlikte yaşanan iklim değişikliği, suların ısınması, yeni su yollarının gerek deniz yükselmeleri gerekse insan faaliyetleri neticesinde açılması, farklı ekolojik özellikteki suların birbirine karışması ve yıkıcı hava olaylarına bağlı olarak su altı resiflerinin yıkıma uğraması gibi yine ucu insana dayanabilen fakat doğada kendiliğinden de oluşabilen durumlar sayılabilir.

Flora; yani bitki örtüsü ve fauna; yani hayvan örtüsü üzerinde meydana gelen ve ucu insan faaliyetlerine de dayanan nedeniyle ortaya çıkan baskılar ve yaşanan değişiklikler, koruma çabalarıyla yavaşlatılabilir yada iyi bir yönetimle tamamen ortadan kaldırılabilir. Eğer bir ekosistem parçacığı içindeki bozulmaya karşı kararlı bir koruma önlemi almazsak, başta bazı canlıların neslinin tükenmesi olmak üzere, ekosistem parçacığı içinde ekolojik çölleşmeden bahsetmemiz kaçınılmaz bir gerçek.

Ekosistem parçacığını kurtarmak için alınan koruma aksiyonları tek başına yeterli değildir, insan faaliyetlerini durduran taahhütler de alınmalı ve kıyılarla deniz alanlarının korunmasını sağlamak için bu taahhütlere uyulması sağlanmalı; hatta yıkıcı yaptırımlarla zorunlu kılınmalıdır.

Kıyıların korunmasına katkıda bulunmak kimin görevi olmalı?

Yalnızca sivil halkın bunu tek başına başarması oldukça zor görünüyor. Kıyısal ve denizel koruma alanlarının oluşturulması için kapsamlı devlet desteğinin yaratılması ve devletlerin bu konudaki desteklerinin alınması şart.

Dünyanın kıyı bölgelerinin yalnızca yüzde 15,5'i ekolojik olarak bozulmamış durumda.

Kıyı bozulmaları git gide küresel bir sorun haline geliyor. Queensland üniversitesinin sunduğu bir araştırmanın raporunu indirerek kıyı bozulmalarının etkilerine daha geniş bir perspektiften bakabilirsiniz.

Değerli okyanus ve kıyı alanlarını korumak, yalnızca önemli yaşam alanlarını ve diğer doğal kaynakları korumakla kalmaz. Aynı zamanda, bir alan bozulduktan veya kaybolduktan sonra maliyetli ve bilimsel olarak belirsiz restorasyon çabalarına girişme ihtiyacını da ortadan kaldırır diyor ABD Okyanus Politikası Komisyonu tarafından derlenen ve UNT Library Resources tarafından arşivlenen bir rapor.

Kıyıların korunması ile ilgili aksiyonları almak ve bu aksiyonları uygulamak yönünde çaba sarf etmek, bilinçsiz tarım aktivitelerini ve su ürünleri yetiştiriciliğini, denetlenmeyen turizm faaliyetlerini ve atıkların kontrollü bertarafının yönetimini, enerji üretimi ve kıyıyla etkileşim içinde yapılan diğer eylemlerin yarattığı kötü etkileri azaltmaya yardımcı olur.

Neden daha fazla deniz koruma alanımız olmalı?

WWF, koruma alanını “ekolojik öneminden ötürü koruma altına alınmış olan deniz ve kıyı dilimleri” olarak tanımlanmış. Bu alanların oluşturulmasındaki temel nedeni aslında basit; alanların tehlikelere karşı korunmasının gerekliliği. Balıkçılık yönünden konuşmamız gerekirse eğer, balıkçılık faaliyetlerinin sürdürülmesi için gerekli olan kaynakların devamlı şekilde oluşması için güvenilir alanların sağlanması, deniz koruma alanlarının oluşturulması için tek başına yeterli bir gerekçe.

Akdeniz, dünyadaki toplam su yüzey alanının %4’ünden azını kapladığı halde, denizel canlı türlerinin %10’una ev sahipliği yapıyor. Akdeniz’in önemli sakinleri arasında ise deniz kaplumbağaları, yüzgeçli balinalar ve okyanus hayatında önemli bir rol oynayan deniz çayırları Posidonia oceanica sayılabilir. Bunların yanında onlarca farklı türdeki köpekbalığı, ekonomik değeri de olan balıklar, karidesler ve ahtapotlar yer alıyor. Genel olarak baktığımızda, Akdeniz’de yaklaşık olarak 18.000 bitki ve hayvan türü yaşadığını söyleyebiliriz. Bunların nerdeyse 1/3’ü dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmuyor.

Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, 2020 yılına kadar Akdeniz’in toplam yüzeyinin %10’unu koruma altına almayı taahhüt ettiler ancak bugün, Akdeniz’in %4’ünden azı koruma altında ve mevcut olan deniz koruma alanlarının çoğunun iyi bir yönetim planı yok. Bu da gerek ekolojik gerekse balıkçılık yönünden değerlendirdiğimizde, Akdeniz’in geleceği konusunda büyük risklerin var olduğunu gösteriyor.

Koruma alanlarına balıkçılık yönünden bakarsak eğer, deniz koruma alanlarının balık ve diğer balıkçılık mahsüllerinin doğal stoklarının toparlanmasını mümkün kıldığını söyleyebiliriz.

Sürdürülebilir balıkçılık uygulamalarıyla birlikte deniz koruma alanlarının teşvik edilmesi, yerel balıkçıların deniz mahsullerinden devamlı fayda sağlamasını ve kıyıda yaşayanların yerli halkınd da bu faydadan mümkün olan en güvenilir şekilde yararlanmasına katkı sağlayacaktır.

Geleneksel balıkçılık Akdeniz’in kimliğinin bir parçası ve kendi çanağının içinde yarım milyon insana istihdam sağlayan önemli bir iş kolu. Fakat bu iş kolunun geleceği de tıpkı denizleri doğrudan etkileyen aşırı avcılık ve kirlilik gibi nedenlerle doğrudan tehlike altında. Türkiye’de faaliyet gösteren bir gözlem grubu olan Mikroplastik Araştırma Grubu’nun sağladığı verilere göz atarak kirliliğin Akdeniz havzası üzerindeki etkilerini daha anlaşılır biçimde gözlemleyebilirsiniz.

Deniz koruma alanlarının balıkçılığa faydaları neler?

  • Deniz koruma alanlarına (DKA) yerleşmiş olan daha yaşlı dişi balıklar üreme aktivitesi yönünden genç balıklara göre daha üretkendir. Çünkü balık büyüdükçe döktüğü yumurta miktarı da artar. Böylece türün devamının sağlanması ihtimali artar. Halihazırda, doğal besin zinciri dışından bir avcı da olmadığı için daha kolay ve hızlı bir toparlanmadan söz edilebilir.
  • Yumurtlama, DKA içinde normal yerlere göre bin kat daha fazla olabilir. Çünkü yumurtlamayı etkileyen stres faktörleri daha azdır. Av olma ihtimalinin de bir stres faktörü olduğu unutulmamalıdır. Koruma alanları içinde de doğal avcılık davranışları sürmekle birlikte, ekstradan bir av baskısı yoktur veya dikkate alınacak kadar yüksek bir seviyede değildir.
  • Deniz koruma alanları, çevreleriyle doğrudan etkileşim içindedir. Koruma altına alınmış olan alanlardaki yumurtalar ve ortaya çıkmış yeni bireyler, akıntı ve dalgaların yardımıyla koruma alanı olarak ayrılmış bölgenin dışına da taşınarak, ekolojik yönden düşündüğümüzde, bölgenin dışının da iyileşmesine önemli katkı sağlar.
  • Akdeniz’deki birçok balık türü yumurtalarını bırakmak için “yuva” yapar. Deniz koruma alanlarında yapılmış yuvalar şu yüzden önemlidir; dibi kazıyan balıkçılık aktiviteleri olmadığı için yuvalar bozulmaz, yuvalar bozulmadığı için de balıkların nesillerini devam ettirmesi daha kolay olur.
  • Verimli bir deniz koruma alanında, balık ve diğer türlerin toparlanması çok uzun sürmez. Deniz koruma alanlarındaki balık nüfusu 3.4 kata kadar artabilir. Bu da yalnızca alanın ekolojik nüfusunu değil tüm bölgenin nüfusunu olumlu yönde etkiler.

Eğer bugün denizi, deniz altı yaşamını ve denizden elde ettiğimiz faydaları korumak istiyorsak, daha fazla deniz koruma alanı oluşturmalı ve bu alanların geliştirilmesi için çaba sarf etmeliyiz.


Resiflerde yaşayan balık türlerinde neden böylesine çok renk farkı var?

Resifler etkileyici yerler, resif balıkları da öyle. Bazıları kilometrelerce uzanan resifleri yuva bilen binlerce, hatta onbinlerce farklı su altı canlısı bu alanlardaki milyonlarca rengi oluşturan benzersiz ekosistemleri oluşturuyor.

Resif ekosistemleri, birbirine uzak ya da yakın pek çok balık, yosun, yumuşakça, sürüngen ve hatta bakteri türüne ev sahipliği yapıyor ve resifleri önemli kılan özel sebeplerden birisi de bu çeşitlilik. İşi balıklar yönünden değerlendirdiğimizde - ki resif balıkları karadaki tuzlu su akvaryumlarında en sık kullanılan türlerdir - taksonomik olarak birbirine yakın olan ailelerde dahi büyük renk değişimleri görülür. İşte bunun sebeplerinden birisi artık belli.

Mercan resiflerinin doğal sakinlerinden olan kelebek balıkları üzerinde James Cook Üniversitesi Mercan Kayalığı Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi tarafından yürütülen bir çalışma, kelebek balıklarının 42 türünü kapsayan geniş bir proje. Araştırmanın elde ettiği sonuçlar ise bir o kadar ilginç, çünkü aynı resifler içinde birbiri ile birlikte yaşayan yakın türler arasındaki renk farkları en fazla. 

Araştırma takımı desenler arasındaki değişiklikleri ve evrim sürecinden nasıl etkilendiklerini inceleyebilmek için yüksek çözünürlüklü dijital fotoğraflar kullandı.

Christopher Hemingson, projenin yürütücüsü ve ilgili makalenin baş yazarı konuyla ilgili olarak araştırmamız gösteriyor ki milyonlarca yıl boyunca kelebek balıkları diğer türlerle aynı yerde yaşadıklarında görsel işaretlerin fazla çeşitlilik gösteriyor diyor. Ayrıca bulduk ki bu, her iki türün de benzer aralıklarda yaşamasıyla gerçekleşiyor.

Araştırmanın diğer yazarı olan Dr. Peter Cowman ise bir türün yaşam alanının diğer türden uzaklaşmasıyla birlikte  desenleşmenin tersine döndüğünü ve renklerde daha az farklılaşma olduğunu belirtiyor. Araştırmanın ortak yazarı ve kıdemli bir araştırmacı olan Profesör David Bellwood, bu araştırmanın sonuçlarının coğrafi menzil dinamiklerin ilk kez deniz balıkları üzerindeki renk etkisini ortaya koyması yönünden son derece önemli olduğunu vurguluyor.

Bu araştırma, kelebek balıkları arasında renk ve desen farklılıklarını aynı anda ölçen ilk araştırmadır. Araştırma bize desen farklılıklarının 300.000 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleşebileceğini ancak milyonlarca yıl boyunca istikrarlı şekilde kalabileceğini göstermektedir.

Hemingston rengin diğer türlerden farklı görünmekten çok daha fazlası olduğunu belirtiyor. Bu renk desenleri ayrıca diğer türlerin de ne olduğuna bağlı olarak değişiyor. Bulmacanın ilginç bir parçası ve resif balıklarının neden bu kadar renkli olduğunu açıklamaya yardımcı olabilir.

sciencedaily.com'daki yazıdan Türkçe'ye adapte edilmiştir.

Gıda takviyesi olarak Omega-3 yağ asitleri

Dengeli bir beslenme alışkanlığı dahilinde, somon, ton balığı, mezgit ve sardalyagiller Omega-3’leri yeterli miktarda almanız için doğru kaynaklar olarak tanımlanabilir. Fakat bu balıkları düzenli olarak tüketmek konusuda sıkıntı çekenler yada belirli bir sağlık sorun nedeniyle balığı bu formda yiyemeyenler için gıda takviyesi formunda omega-3 kaynakları doğru çözüm olarak tavsiye edilebilir.

Gıda takviyeleri şu anda büyük bir pazar ve özellikle konu omega-3 olduğunda karşınıza pek çok seçenek çıkacak. Bunların içinden doğru, işinize yarayacak ve size beklendiğiniz faydaları sağlayacak olanları seçmek oldukça önemli.

Piyasada bulacağınız pek çok Omega-3 yağ asidinin kaynağı genellikle yağlı balıklar. Satın almak istediğiniz ürünün içeriğindeki yağın kaynağının soğuk sularda yaşayan vahşi balıklardan ve kirlilikten uzaktan geldiğinden mümkün olduğu kadar emin olmanız önemli. Bunun yanında alg bazlı Omega-3 yağ asitleri de var, bunlar da vejeteryan ve vegan beslenme alışkanlığına sahip insanların tüketiminde son zamanlarda yükselen bir değer.

Takviye edici gıdalar kadar bunların saflığı da önemli. Gıda takviyeleri civa, PCB yada ona benzer başka hiç bir kirleticiyi içermemeli. Üçüncü parti sertifikasyonlar da size güven sağlayacak başka bir kriter. Lütfen satın almadan önce gıda takviyesinin içindeki hammaddenin hangi organizasyon tarafından sertifikalandırıldığını kontrol edin.

Hangisi için olursa olsun, yeni bir gıda takviyesi kullanmaya başlamadan önce mutlaka sağlık danışmanlığını aldığınz sağlık profesyonelinden yardım almayı ihmal etmeyin. Masum bir beslenme takviyesi gibi görünüyor olsa bile, bu Omega-3 için de geçerli. Uzmanınız size çeşitli tahlillerin neticesinde kullanmanız gereken miktarı, günlük kullanım dozunuzu, gerekli olan bir başka bilgiyi, etkileşim mekanizmalarını anlatacaktır.

Omega-3 yağ asitleri yaşamınız için gerekli, hayati rol oynayan ve çeşitli fonksiyonların gerçekleşmesini üstlenen besin maddeleri. Deniz ürünlerinden yada başka diğer kaynaklardan Omega-3 yağ asitlerini almanız vücudunuzun ihtiyaç duyduğu yakıtı ona vermenizi sağlayacaktır.

Hangisi daha iyi bir Omega-3 yağ asidi kaynağı; somon mu kril mi?

Hemen hemen tüm deniz mahsüllerinin Omega-3 içerdiğini söyleyebiliriz, fakat bazılarının muhteviyatı diğerlerinden daha yüksek. Bunların içinde somon balığı bir pazarlama dehası olarak içlerinde en fazla öne çıkanlardan. Bu tabii ki, iki önemli omega-3 yağ asidi çeşidi olan EPA ve DHA içermediği anlamına gelmiyor.

Bununla birlikte küçük karidesçiklere benzeyen ve genellikle pembemsi kırmızı renkte olan kril bir başka iyi ve insan vücudunun emebildiği türden bir omega-3 yağ asidi kaynağı. Daha büyük olan karides sandığımızın aksine kril kadar değil de ortalama miktarda omega-3 sağlayan bir diğer kaynak.

Burada sanırım biraz kril’e odaklanmamız lazım.

Kril, yumuşakçalar içinde karides benzeri bir canlı ve okyanustaki besin zinciri içinde oldukça önemli bir yer tutuyor. Okyanusun geri kalanıyla kıyasladığımızda oldukça küçükler, 1-6 cm aralığında. Dünyadaki tüm denizlerde varlar fakat genellikle soğuk ve besin yönünden zengin sularda yaşıyorlar. Burada bahsettiğimiz sular ise aslında Antarktika.

Bu minik karidesçikler, hayatlarının büyük bölümünü açık denizde dikey göçler yaparak geçiriyor. Gün içinde tipik şekilde derin sulardayken geceleri fitoplakton ve diğer mikroplankton ile beslenmek için yüzeye doğru yükseliyorlar.

Bizim balıklardan da bildiğimiz bir davranış şekli olarak, kril de kalabalık ve yoğun sürüler halinde yaşıyor ve besleniyor. Bunun temel sebebi ise bildiğiniz gibi, avcılardan korunmak, daha büyük görünmek ve tabii ki daha fazla besin bulmayı başarmak. Normal şartlar altında, besin sıkıntısı, yaşam koşullarında zorluklar ve tabii ki av olma hali söz konusu olmazsa, Kril ortalama 6 yıl yaşıyor.

Kimler krille besleniyor?

Bu grubun temel avcıları arasında kendilerinden daha büyük olan balıklar, balinalar, penguenler ve tabii ki deniz kuşları var. Oldukça ekstrem koşullar olarak tanımlayabileceğimiz açık deniz şartlarında, kril anlayacağınız pek çok diğer türün önemli bir besin maddesini oluşturuyor.

Omega-3 yağ asitleri vücudunuz için gerekli ve yaşamınızı devam ettirmeniz için hayati rol oynayan bir besin maddesi. Deniz mahsüllerini yada diğer omega-3 yönünden zengin yiyecekleri beslenme alışkanlığınıza dahil etmeniz, vücudunuza ihtiyaç duyduğu yakıtı sağlamak açısından oldukça önemli.

Kriller süzerek beslenen canlılar. Yani solungaçlarından geçen su akımının içindeki plankton benzeri küçük canlılarla besleniyor. Bunu sağlamak için de ayaklarıyla bir su akımı yaratıyorlar.

Kril, taşıdığı değerin fark edilmesinin ardından ticari olarak hem gıda takviyelerinde omega-3 kaynağı olarak kullanılmak hem de su ürünleri yetiştiriciliğinde yem hammaddesi olarak kullanılmak üzere avlanmaya başlandı. Fakat balıkçılığın bilinçsiz ve kontrolsüz şekilde yapıldığı her alanda olduğu gibi, krilin eldesinde de önümüzdeki zamanlar içinde bazı sorunların ortaya çıkması ve krilde yaşanan sorunun tüm deniz yaşamını etkilemesi kaçınılmaz.

Kırmızı et ile Omega yağ asitleri arasındaki ilişkiler

İnek, koyun ve keçi hatta domuz eti insan beslenmesinde uzun süredir var olan ve var olmaya devam edecek olan besin kaynakları arasında. Bu etler protein, demir ve diğer besinler yönünden oldukça zengin olmakla birlikte, kırmızı etin omega-3 yağ asitleri ile olan ilişkisi biraz daha karmaşık ve aynı zamanda pek de anlaşılır değil.

Kırmızı et omega-3 içerir mi? Evet, fakat kısmen, yani balıklar kadar değil. Bunun çeşitli nedenleri var, gelin nasıl olduğuna bir bakalım.

Hayvanın beslenmesi: Yeşil otla beslenen hayvanların etlerindeki omega-3 miktarı daha fazladır. Çünkü yeşilliklerde ALA var, hayvan yediğinde bunu EPA ve DHA’ya çevirmiş oluyor.  EPA ve DHA ise bizim daha fazla fayda sağladığımız formdu. Fakat eğer hayvan yeşil otla değilde tahıl ve kuru otlarla beslendiyse bu ALA içeriği ya azalıyor yada hiç kalmıyor.

Etin kesimi ise buradaki bir başka önemli konu. Adı üstünde, yağdan ve yağ asitlerinden bahsediyoruz. Kırmızı etin yağlı kesimlerinden daha fazla omega-3 elde edebiliriz, fakat yağsız kesimlerden hayır, elde edemeyiz.

Pişirme metodu da bir başka önemli kriter. Kırmızı eti pişirmek için genellikle daha yüksek ısılar kullanıyoruz. Bu yüksek ısı da omega-3’leri bozarak işlevsiz hale getiriyor. Eğer yine de kırmızı etten omega-3 faydası elde etmek istiyorsanız fırınlama, ızgara yada haşlama metodlarını kullanmalısınız.

Kırmızı et, neden doğru bir omega-3 kaynağı olarak düşünülemez?

Kırmızı et bir miktar omega-3 içermesine rağmen, birazdan sayacağım temel nedenlerle dahi, güvenilir ve sürdürülebilir bir omega-3 yağ asidi kaynağı olarak tanımlanamaz.

Bunlar; bu et türünün ihtiyaç duyulan omega-3 miktarını ve formunu karşılamaması, kalp ve diğer hastalıklarla ilişkili olduğu pek çok kez ortaya konan yüksek miktarda  doymuş yağ içermesi ve aslında her ne kadar yeşillikle beslenmiş olsa da, kırmızı etten elde ettiğimiz ALA formunu çok da başarılı bir şekilde EPA ve DHA’ya çeviremiyor oluşumuz olarak sıralanabilir.

Kaç çeşit Omega-3 yağ asidi vardır ve bu yağ asitlerini nereden buluruz?

Temel olarak, omega yağ asitlerini üç bölüme ayırabiliriz. Bunlar omega 3, omega 6 ve omega 9 olarak tanımlanır.

Omega-3’ler Eicosapentaenoic acid (EPA), Docosahexaenoic acid (DHA) ve Alpha linoleic acid (ALA).

EPA’lar kalp sağlığını destekler, iltihaplanmayı azaltmaya yardımcı olur. DHA’lar beyin gelişiminde ve fonksiyonlarının sürdürülmesinde önemli bir rol oynar. ALA’lar bitkisel kökenli omega yağ asitleridir ve vücutta kullanımları için EPA ve DHA’ya çevrimlerinin yapılması gereklidir.

EPA ve DHA’ları ALA’dan ayrıdan en önemli özellikleri vücut tarafından emilmeye hazır olmalarıdır. ALA’nın faydalı bir şekilde kullanılması için öncelikli olarak EPA ve DHA’ya çevrilmesi gerekir.

Omega-6’lar çoğunlukla bitkisel kökenlerden gelirler ve Linoleik asit (LA) ile Araşidonik Asit (AA) bunların içinde en önemlilerdir. LA esansiyel bir yağ asididir ve enerji üretimi için kullanılır. AA ise iltihaplanma ve bağışıklık sistemi fonksiyonları için gereklidir.

Son ve diğer ikisine oranla daha az dikkat çeken, üzerinde daha az konuştuğumuz omega grubu ise omega-9 yağ asitleri. Bunlar da bitki bazlı kaynaklardan geliyorlar ve en çok bilineni Oleik asit (OA). Bu zeytinyağının birincil yağ asidi ve herhangi bir aksi durum söz konusu olmadığında vücutta sentezlenebildikleri için genellikle dışarıdan alınmaları konusunda bir teşvikleri yok.

Omega-3’leri nerede buluruz?

Omega-3’lerin en önemli kaynaklarının başında somon, sardalya, ton balığı, uskumru gibi yağlı balıklar geliyor. Bunun yanında, yalnızca hayvansal kaynaklardan değil de bitkisel kaynaklardan da omega-3 elde edebiliyoruz, keten tohumu, chia tohumu ve fındık da, vücudunun tarafından başka faydalı yağ asidi formlarına çevrilebilen Alfa linoleik asit yönünden zengin.

Omega-3 yağ asitleri nedir ve bu yağlar neden böylesine önemli?

Omega-3 yağ asitlerini muhtemelen hepiniz duydunuz, fakat bunlar gerçekten ne?

Vücudunuzu bir yarış otomobili gibi düşünün. Omega-3 yağ asitleri bu sürüşü pürüzsüzce, sağlıklı bir kalple ve keskin bir zekayla devam ettirmenizi sağlayan yüksek oktanlı yakıt. Yağlar vücudunuz için birer yapı taşı. Omega-3’ler ise sağlıklı yaşamınız için gerekli olan özel birer “iyi”yağ. Omega yağ asitlerinden bazı ları söz konusu olduğunda , vücudunuz bunları kendi kendine üretemiyor, dolasıyla dışardan almanız gerekiyor.

Hadi şimdi soğuk sulara dalalım ve Omega-3 yağ asitleriyle tanışalım.

Omega-3’lerin keşfi, 1920’lerde Arktik bir topluluk olan İnuit’lerin beslenme alışkanlıklarını inceleyen araştırmalara dayanıyor. Bu sağlam sağlıklarıyla bilinen halk, zengin yağlarla dolu balıklardan oldukça fazla tüketen bir toplum. Bu tüketim alışkanlığını anlamaya yönelik merak, araştırmacıların iyi yaşamın arkasındaki keşfedilmemiş sır olan omega-3 yağ asitlerini keşfetmesine öncülük etti.

Omega-3 yağ asitleri neden önemli?

Bu yağlar vücudunuz için birer süper kahraman ve yaşamınızı etkileyen pek çok olumsuz şeyle mücadele etmekte oldukça iyiler. Bunlardan bazıları şöyle:

Kalp sağlığını güçlendirmek: Omega 3 yağ asltleri tansiyonu düzenlenmesi, kolesterolün düşürülmesi, kan damarlarının esnekliğinin korunması ve kalp hastalıklarının oluşmasının azaltılmasına yardımcı olmaya kadar, kalple ilgili pek çok alanda öne çıkan bir madde.

Zihninizi odaklamak: Omega-3 yağ asitleri beynin ve beyin fonksiyonlarının gelişimi için kritik öneme sahip. Dolayısıyla açık, odaklanma sorunu yaşamayan bir zihin, güçlü bir hafıza, başarılı bir öğrenme ve bilişsel gerilemelerin önlenmesinde iyi bir yardımcı.

Güçlü ve sağlıklı bir vücut: Bu yağ asitleri hücrelerin yapısına dahil oldukları için sağlıklı hücre gelişiminde de hayati bir rol oynuyorlar. Kasları, eklemleri ve kemikleri desteklemeleri de bir başka önemli konu.

Balık pişirirken nelere dikkat etmeliyim?

İşi bilenler için balık pişirmek oldukça kolay ve zevkli bir iş gibi görünse de bu işin kendine has püf noktaları da yok değil.

Bunlardan ilki, balık seçerken kullanmayı planladığınız pişirme yöntemini göz önünde bulundurmanız.

Bazı balıklar belirli pişirme tekniklerine daha uygundur. Örneğin, narin beyaz etli balıklar haşlama ve buharda pişirme için idealdir; somon gibi daha sert balıklar ise ızgarada veya kızartılarak pişirilebilir.

Hadi bunlarla ilgili bazı şeyleri kontrol edelim.

Taze balık seçmek, lezzetli, doyurucu ve güvenli bir bir yemek için çok önemlidir. Taze balıkların gözleri çökük veya bulanık olmaz, parlak ve nettir.. Solungaçlar parlak kırmızı ve nemli olmalı, yapışkan veya kahverengi olmamalıdır. Pullar parlak olmalı ve cilde sıkı bir şekilde yapışık olmalıdır.

Taze balığın eti sert olmalı ve hafifçe bastırıldığında eski halini kolayca almalıdır. Tezgahtaki yumuşak veya umuşak görünen balıklardan kaçının çünkü bu, tazeliğin belirgin bir göstergesidir. Taze balığın hafif, deniz tazeliğinde bir kokusu olmalıdır. Balığın güçlü, balık kokusu varsa, büyük olasılıkla eski demektir ve bunları satın almaktan kaçınılmalıdır.

Balıkları, güvenilir balıkçılardan veya taze deniz ürünleri reyonları olan marketlerden satın almak şu an için en iyi yol gibi görünüyor. Bazı yerlerde kasa arkalarında balık satan satıcılar da var, fakat oldukça hassas bir ete sahip olan balığın tazeliği ve üzerindeki bakteri yükü hakkında pek bir şey öğrenemediğimiz bu satıcılar, beraberinde aynı zamanda risk de taşıyor. Paketlenmiş balıkların son kullanma tarihlerini kontrol edin ve bu tarihin yaklaştığı veya geçmiş olanları almaktan kaçının. En iyi kaliteyi ve lezzeti sağlamak için mevsiminde olan balıkları seçin. Birçok balık türünün en bol ve lezzetli olduğu dönemler zirve sezonlarıdır.

Balıkları aşırı pişirmenin, balığın dokusu ve lezzetiyle ve genel mutfak deneyimini etkileyen birçok olumsuz sonucundan söz edebiliriz.

Fazla pişirilen balıklar nemini kaybederek kuru ve lastiksi bir forma dönüşür. Bu tür bir yemek kimse tarafından pek tercih edilmez. Belki sokak kedileri. Bu olay şöyle gerçekleşir, fazla ısı alan etin yapısındaki proteinler büzülür ve sıkılaşır, bu da eti daha sert ve yemesini sevimsiz hale getirir, balığın hassas tadı kolayca kaybolur. Yüksek ısı, balığa tat veren doğal yağları ve enzimleri parçalar, bu sayede geriye besin değeri de dahil olmak üzere pek bir şey kalmaz. Uzun süreli ısıya maruz kalmak, omega-3 yağ asitlerini, proteini ve diğer temel besin maddelerini bozarak balık üketiminden elde etmek istediğimiz faydalardan yararlanmamızın önüne geçer.

Aşırı pişirmeyi önlemek ve lezzetli ve yemeğinizi lezzetli hale getirmek için, balığın çeşidine bağlı olarak önerilen pişirme sürelerine ve sıcaklıklarına uymak çok önemlidir. Balığın iç sıcaklığını kontrol etmek için bir yiyecek termometresi kullanmak iyi bir fikir olabilir. Ayrıca balığın kalınlığını da göz önünde bulundurun ve pişirme süresini buna göre ayarlayın. Daha kalın balık kesimleri, ince balık kesimlerine kıyasla biraz daha uzun pişirme süreleri gerektirebilir.

Balığın besinleri yıl boyunca değişiklik gösterir ve lezzetini ve yağ içeriğini etkiler. Sıcak aylarda balıklar fitoplankton, zooplankton ve diğer besin açısından zengin kaynakların tüketiminin artması nedeniyle daha zengin ve daha lezzetli bir profile sahip olma eğilimindedir. Besin kaynaklarının kıtlaştığı soğuk aylara hazırlık amacıyla bu dönemde yağ rezervlerini arttırır. Bu artan yağ içeriği, sonbahar ve kış aylarında daha tereyağımsı ve lezzetli bir tada katkıda bulunur. Balıkların yumurtlama döngüsü de lezzetlerini etkileyebilir. Yumurtlama sırasında balıklar üremeye daha fazla enerji ayırırlar, bu da et lezzetinde ve etin yağ içeriğinde düşüşe neden olabilir.

Su sıcaklığı balığın metabolizmasında ve besin emiliminde rol oynar. Daha soğuk su sıcaklıkları metabolizmayı yavaşlatabilir ve balıkların daha yağsız, dolayısıyla daha az lezzetli olmasına neden olabilir. Daha yüksek sıcaklıklar ise yağ birikimini teşvik edebilir ve lezzeti artırabilir. Balığın yakalandığı yer de tadını etkileyebilir. Farklı bölgelerden gelen balıklar; beslenme, su koşulları ve çevresel faktörlerdeki farklılıklara bağlı olarak farklı tat profillerine sahip olabilir.

Bu serinin diğer yazıları:

  1. Neden balıkları bir çok şekilde pişiriyoruz?
  2. Popüler balık pişirme yöntemleri neler?
  3. Balık pişirirken nelere dikkat etmeliyim?