Balığa neden limon sıkıyoruz? - Podcast

 

Limon ve balık, yüzyıllardır birlikte tüketilen klasik bir yemek ikilisi. Limon suyunun ekşiliği balıkta görülen ve çoğu insanı rahatsız eden kokudan kurtulmaya yardımcı olurken, limondaki asit, balıktaki proteinlerin denatüre olmasına yardımcı olarak balığın pişmesini ve sindirimi kolaylaştırır. Ayrıca limonun narenciye aroması, bir sürü balık için doğal tatlılığını tamamlar.

Limon ve balığın tadını bir arada çıkarmanın birçok farklı yolu var. Nasıl severseniz sevin, limon ve balık lezzetli ve sağlıklı bir kombinasyon. Limon suyundaki C vitamini, bağışıklık sisteminizi güçlendirmeye yardımcı olan güçlü bir antioksidandır.

Bir dahaki sefere hafif ve lezzetli bir yemek ararken balığa biraz limon sıkmayı unutmayın!

 

Akdeniz tipi beslenme alışkanlığı ve bir kase dolusu Akdeniz: Balıklı söğüş salata

1950'li yıllarda Akdeniz ülkelerindeki kalp hastalıklarının Amerika'daki kadar fazla olmamasının fark edilmesiyle birlikte dikkatleri üstüne çeken Akdeniz diyetinin, üstünde yapılan araştırmaların neticesinde kalp hastalıklarını ve felci önlemeye yardımcı olduğu pek çok kez doğrulandı.

Akdeniz diyetinin temelinde, Akdeniz'e kıyısı olan İsrail, Türkiye, Yunanistan, İtalya gibi ülkelerin mutfaklarına dayanan geleneksel bir beslenme şeklidir. Bunun içinde tam tahıllılar, yeşil yapraklı sebzeler, baklagiller, renkli meyveler, kabuklu yemişler, baharatlar ve unutmadan belirtmek gerekir ki tabii ki Akdeniz'in rüzgarı ile beslenen nemli havada büyüyen çeşit çeşit zeytinden elde edilmüş üstün kaliteli zeytinyağları ile Akdeniz'in derin, temiz ve tuzlu sularından çıkan faydalı deniz mahsülleri var. Geleneksel bir Akdeniz tipi beslenme alışkanlığında genellikle kırmızı et ve tatlılara fazla yer verilmez.

Bölgenin adını da alan beslenme alışkanlığı içindeki başlıca yağ kaynağı zeytinyağıdır. Toplam kolesterolü ve düşük lipoprotein kolesterol seviyelerin (LDL) düşüren yağ asitleri yönünden zengindir. Uskumru, ringa balığı, sardalya, Uzunkanat ton balığı ve somon gibi yağlı balıklar, omega-3 yağ asitleri açısından zengindir. Bu çoklu doymamış yağlar vücuttaki iltihapla savaşmaya yardımcı olur. Omega-3 yağ asitleri ayrıca trigliseritleri düşürmeye, kan pıhtılaşmasını azaltmaya ve felç ve kalp yetmezliği riskini düşürmeye yardımcı olur.

Akdeniz tipi diyeti deneyimlemek

  • Öğünlerinizi sebze, baklagil ve kepekli tahılların etrafında oluşturun.
  • Haftada en az iki kez balık yiyin.
  • Tereyağını zeytinyağı ile değiştirin.
  • Tatlıları meyvelerle değiştirin.

Şimdi tam bir Akdeniz tipi beslenme örneğine bakalım.

Malzemeler:

  • 1 tane orta boy yada 2 - 3 adet kiraz domates
  • 1 adet küçük boy salatalık
  • Küçük boy bir kırmızı soğanın yarısı
  • 2 - 3 kibrit kutusu büyüklüğünde beyaz peynir
  • 1 avokadonun yarısı
  • 4 - 5 zeytin
  • Yarım çay bardağı buğday
  • 1 kutu konserve ton balığı yada beyaz etli balığın filetosu

Hazırlanışı

Buğdaylarınızı ya bir gece önceden ılık suya koyun yada kaynar suda bir süre haşladıktan sonra ılınmaları için plastik olmayan bir kaba aktarın.

Domatesleri ve peynirleri dilediğiniz şekilde doğrayarak tabağınızın altına zeytinlerle birlikte yerleştirin. 

Avokado, su ayak izi yönünden üzerinde oldukça konuşulan bir ürün. Bu nedenle bu salatanın içinde olup olmaması sizin kararınıza kalmış.

Kırmızı soğanın yarısını yarım ay şeklinde doğrayarak tabağınıza yerleştirin. Kırmızı soğan, aroması güçlü bir yiyecek olduğundan miktarını kendinize göre ayarlayabilirsiniz. Yada soğanı sarımsakla da değiştirebilirsiniz.

Daha önce haşladığınız ve dinlenmeye bıraktığınız buğdayları tabağınıza ekleyin.

En üste de yağını süzdüğünüz ton balığı konservesini yada buharda haşladığınız beyaz etli balığın etini yerleştirin.

Salatanızı süslemek için biraz fesleğen yada maydonozdan yardım alabilirsiniz.

Burada dikkat etmeniz gereken en önemli iki kriter tuz ve ekstra yağ. Eğer kullandığınız peynir çok tuzluysa ekstra tuz eklemeyin. Ayrıca salatanın içinde avokado kullanıyorsanız veya zeytini yağıyla birlikte tabağa eklediyseniz ya da ton balığının içindeki yağdan biraz tabağa eklediyseniz ekstra yağa ihtiyacınız olmayacak.  Bunun yanında, tahıl grubu olarak illa ki buğday kullanmak zorunda değilsiniz, yiyebiliyorsanız yulaf, çavdar ve hatta mercimek gibi tahıllarla da yer değişikliği yapabilirsiniz.

Fotoğraf:thehealthyepicurean.com

Her yaştaki erkeğin sürdürülebilir beslenme alışkanlığı kazanması neden önemlidir?

Beslenme alışkanlıklarını değiştirmek ve kilo kontrolü yapmak birçok insan için zorlu bir süreç olabilir. Diyet yapma kavramı genellikle insanlarda hoş olmayan çağrışımlar yaratır. Ancak, beslenme alışkanlıklarımızda sürdürülebilir değişiklikler yaparak yemekten zevk aldığımız yiyeceklerle devam edebilir ve aynı zamanda kilo kontrolü sağlayabiliriz. Bu değişikliklerin nasıl yapılacağı ve nasıl bir beslenme planının uygulanması gerektiği kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Beslenme alışkanlıklarımızı düzenlemek ve sağlıklı bir yaşam sürdürmek için uzmanlardan yardım almak önemlidir.

Beslenme alışkanlığını belirli gıdaların odağında disipline sokmak, yani diyet yapmak çoğu insanda hoş olmayan bir çağrışım yaratıyor, bu bir gerçek. Daima açlık çekmekle doğru orantılı şekilde mutsuzlukla ilişkilendirilen diyet, genelde insanların yemekten zevk aldıkları şeyleri bir daha yiyemeyecek olma durumları bu yiyeceklerden uzakta kalma hallerinin yarattığı korku ile ilişkili. Hangimiz bir süre devam ettiğimiz diyetleri bir anlığına nefsimize yenilerek koca bir paket patates cipsiyle bozup yeme bin bir güçlükle toparladığımız yeme alışkanlığımızı yeniden eski haline getirmedik ki?> Neyse ki her pazartesi yeni bir diyete başlama imkanımız var.

Özellikle erkekler söz konusu olduğunda, bu hemen hemen hepimizin bildiği bir kısır döngü. Fakat böyle geldi diye böyle gidecek demek değil. Yeme alışkanlıklarımızda yapacağımız sürdürülebilir değişiklikler sayesinde yemeyi sevdiğimiz yiyeceklerle devam ederken aynı zamanda kilo kontrolü yapmamız mümkün. Nasıl mı?

Yaşımız ilerledikçe, vücudumuza ne koyduğumuzun önemi de artar. Yaşla birlikte yavaşlayan metabolizmamız, tansiyonumuzdaki değişiklikler neticesinde yeni beslenme alışkanlıkları geliştirmeli, yeni hedefler koymalı ve fiziksel ihtiyaçlara bağlı olarak aktiviteler geliştirmeliyiz.  Konu yalnızca sağlımız değil, aynı zamanda tükettikten sonra geriye kalan ve çevre ile olan ilişkileri bizimki kadar iyi olmayan atıklar ve pek de güvenli görünmeyen gıdalar.

Kalori alımınızı azaltmak ve dengeli porsiyonlar hazırlamak ilk önceliğiniz olmalı.

Konu kalori olduğunda, kalorileri kesmek başlı başına karmaşık bir iş. Kalori alımını sınırlandırılarak kilo verileceğini artık herkes biliyor, vücudunuzda yeterli kalori kalmadığında enerji sağlamak için yağ yakmaya başlarsınız. Fakat aynı zamanda kas kütlenizi oluşturan proteinlerden de yakarsınız. Her ne kadar amacınız sporcu seviyesinde bir kas kütlesine sahip olmak olmasa da, uzun vadeli sağlıklı bir yaşam için kas kütlesine ihtiyacınız olacak. Ne kadar çok kas kütlesine sahip olursanız o kadar fazla kalori yakarsınız. Birisi size egzersizsin metabolizmayı hızlandırdığını söylediğinde, aslında anlatmak istenilen şey budur. Kalori alımınızı kontrol altına almak iyidir fakat bunun nasıl ve ne şekilde yapılacağına dikkat edilmesi gerekir.

Kalori alımınızı keserken dikkat etmeniz gereken ilk kural aç kalmamamız gerektiğidir. Eğer sürekli aç kalırsanız ve gün boyunca aç hissederseniz kötü seçimler yapma ihtimaliniz artar ve gün içinde daha fazla atıştırmalık ararsınız. Bunun yerine günlük besin alımınızı planlamalı ve porsiyonlarınızla porsiyon içeriklerinizi dengeli bir şekilde ayarlamalısınız. Bunu kendi başınıza yapmak konusunda yetersiz hissediyorsanız bir beslenme uzmanından yardım almaktan çekinmeyin.

Genel geçer yerine ömrünüz boyunda sürdürebileceğiniz bir beslenme planına sahip olun.

Size ani şekilde kilo verdireceğini iddia eden diyetlerden ve şok kürlerden uzak durmanız, bilmeniz gereken ikinci şeydir. Nitelikli beslenme alışkanlığı kazanmak kişisel bir şeydir ve bir kişide işe yarayan bir beslenme alışkanlığı bir başkasında işe yaramayabilir. Sosyal medya ve kendi internet sitesi üzerinden genel geçer tarifler vererek size mucizevi şekilde kilo verdireceğini iddia edenlere kulak asmak yerine çeşitli yollardan size kişisel olarak beslenme danışmanlığı veren bir uzmanla temasa geçin.

Kendi başınıza yada internetten edindiğiniz bir beslenme programıyla karbohidratları hayatınızdan çıkarmış olabilirsiniz ve bu bir süreliğine işinizi görebilir. Peki bu beslenme alışkanlığı size gerçekten ihtiyacınız olan her şeyi sağlıyor mu?

Uzun vadeli düşündüğünüzde ve odağınıza sağlığınız olduğunda, genel geçer işler yapmak yerine ömrünüz boyunca kadar kolayca ve zorlanmadan uygulayabileceğiniz beslenme alışkanlığıyla devam etmeniz önemlidir.

İnsanlığın çoğu omnivor beslenme alışkanlığına sahiptir ve et,  sağlıklı bir beslenme alışkanlığı içinde önemli bir yerde durur. Bununla birlikte et tüketirken de göz önünde tutulması gereken bazı noktalar vardır. İlk olarak et, genellikle fasulye, tofu veya yumurta gibi daha az yağlı protein kaynaklarına göre daha fazla doymuş yağ içerir. Yiyeceklerdeki yağ, vücudunuzda yağa dönüşmesi için daha kolay bir yol bulur ve bu da kilo alımına katkıda bulunabilir. 

Ödüllendirme öğünleri "hayır" demenizi kolaylaştırır.

Bir süre devam eden kontrollü beslenme alışkanlığından sonra kendinize bazı ödüller vermeniz önemlidir fakat sınırları da vardır. Ödüllendirme mekanizması, düzene sokulmuş beslenme alışkanlığı içinde hoşgörü tutumunu geliştirmeye destek olur. Fakat burada kendinize ne zaman, nerede ve hangi şekilde ödül vereceğinizi netleştirmeniz önemlidir. Aşırıya kaçan ödüllendirmeler uzun süre çalışarak elde ettiğiniz düzenli beslenme alışkanlığınıza zarar vererek eski alışkanlıklarınıza dönmenize yol açabilir.

Ödül öğünleri, size beslenme alışkanlığınız içinde sizi yoldan çıkaracak olan besinlere karşı "hayır" deme iradesi verir ve örneğin, Cumartesi günleri kendinize bir porsiyon tatlı ödülü veriyorsanız, hafta içi size ikram edilmiş olan bir başka tatlıya hayır deme gücünüzü arttırır.

Sorduğunuzda, sağlıklı kalmak herkes için önemlidir fakat söz konusu olan erkekler olduğunda, genelde danışmanlık almak yada bir doktora gitmek gibi temel davranışları göstermekte gecikirler. Kendimize ve hayatımızdaki diğer erkekleri sağlıkların ciddiye almaları yönünde teşvik etmek önceliklerimiz arasında yer almalı. Beslenme alışkanlıklarını düzene sokmak yada uğraştıkları sağlık problemleri konusunda bir hekimle görüşmek konusunda öneriler sunmak evde bile yapılacak bir şeydir.

Soğuk sulardan gelen yağlı balıklar yetişkin erkeklerin omega-3 yağ asidi ihtiyacını karşılar. Bu faydalı yağ asitleri kalp krizi, inme ve yüksek tansiyon gibi kalple bağlantılı hastalıkları azaltmaya yardımcı olabilir. EPA ve DHA yönünden zengin deniz mahüslleri beyin sağlığı için oldukça önemlidir. Deniz mahsüllerinin sağladığı protein oldukça kalitelidir ve deniz mahsülleri vitaminlerle mineraller yönünden oldukça zengindir. Bu besinler, genel sağlığın korunmasında ve çeşitli vücut fonksiyonlarını desteklemede önemli roller oynar. Deniz mahsülleri, karasal kökenli etlere göre daha düşük kalorili ve doymamış yağ yönünden daha zengindir. Dengeli bir kontrollü beslenme alışkanlığı sürdürürken deniz ürünlerini bunun bir parçası yapmak, sağlıklı kilo kontrolünü desteklemeye ve kas kütlesini korumaya yardımcı olan önemli bir yardımcıdır.

Patatesli ve soğanlı, fırında Türk somonu

Kullanılan malzemeler:

  • 2 dilim Türk somonu yada filetosu
  • 4 - 5 adet küçük patates
  • 1 orta boy soğan
  • 4 çorba kaşığı zeytinyağı
  • 2 yemek kaşığı bal
  • 2 yemek kaşığı soy sos
  • 2 diş sarımsak
  • Yeteri kadar tuz, karabiber, dereotu, taze soğan

 Hazırlanışı:

  • Balığın üstünün kızarmış görüntüsünü sağlamak için 2 yemek kaşığı balı, 2 yemek kaşığı zeytinyağını ve 2 yemek kaşığı soy sosu ezilmiş yada rendelenmiş sarımsakla karıştırın.
  • Türk somonunu dondurulmuş aldıysanız çözülmesi için bir kaç saat buzdolabının alt kısmında bekletin. Balık çözüldükten sonra yada taze aldıysanız iyice yıkayıp temizledikten sonra üzerine bir fırça yardımıyla daha önce hazırladığınız ballı sosu sürün. Sosun, balığın her yerine eşit şekilde değmesini sağlayın.
  • Küçük patatesleri (baby patates olanlardan olursa daha iyi olur) ortadan ikiye bölün, soğanları dilimleyin ve fırın tepsisinin içine yayın. Üzerine iki kaşık zeytinyağını tuz ve karabiberle birlikte gezdirin, zeytinyağlı ve karabiberli sosun patates ve soğanlara iyice bulanmasını sağlayın. Dilerseniz bu aşamada aromayı arttırmak için soğan ve sarımsak tozu kullanabilirsiniz.
  • Önceden yaklaşık 200 dereceye ısıtılmış fırında yaklaşık 20 - 25 dk pişirin. Eğer patatesleriniz büyükse pişmeleri uzun süreceği için önceden 10  -15 dk haşlama yapabilirsiniz.
  • Eğer yağlı kağıt, pişirme kağıdı yada fırın torbası kullanmıyorsanız, balıklarınızı derilerini soymadan ve derileri tepsiye gelecek şekilde fırına dizerseniz pişerken yanmazlar.
  • Balık fırından çıktıktan sonra yarım saat kadar üstü kapalı şekilde dinlendirdikten sonra üzerine ince kıyılmış taze otları atarak ve limon ile birlikte servis edebilirsiniz.

 Türk somonu, son yıllarda oldukça dikkat çeken ve Türkiye'den sürdürülen başarılı tanıtım organizasyonuyla dünyanın farklı yerlerinde de kendinden söz ettiren bir balık. Türkiye'de, Orta Karadeniz Bölgesi'neki deniz kafeslerinde yetiştirilen bu balık aslında boyu benzerlerine göre daha büyük ve besleyiciliği daha da fazla olan Gökkuşağı alabalığı (Oncorhynchus mykiss).

Fotoğraf:delish.com

Norveç, yeni bir deniz mahsülünde daha kendi isminden söz ettirmeye hazırlanıyor: Kırmızı Kral Yengeci "yetiştirilebilecek mi"?

Su ürünleri yetiştiriciliğinde söz sahibi olan ülkelerden başında gelen Norveç'te, bölgede istilacı olarak tanımlanan bir türün, değerli bir deniz mahsülüne dönüşümüne şahit oluyoruz. Kırmızı Kral Yengeci'nin Murmansk Fiyordunda başlayan yolculuğu, Nofima'nın araştırma laboraturvarlarında devam ediyor ve çok yakında, Norveç'in somondan sonra yeni bir deniz mahsülünde daha öne çıkmasını sağlayabilir.

Başarı için  bazı anahtar kelimeler arıyor olsaydık ve bunları bulmak için çeşitli arama motorlarından, deneyimlerden hatta yapay zekadan yardım almayı düşünseydik, elde edeceğimiz sonuçların içinde doğru gıda, doğru ortam ve doğru koşullar mutlaka olurdu. Kırmızı Kral Yengeci için şu anda tüm parçalar yerine oturuyor gibi görünüyor çünkü, Nofima'nın yengeç üzerine çalışmalarını sürdüren araştırmacıları, Kırmızı Kral Yengecini ticari boyuta ulaşana kadar beslemeye meraklı ve amaçları ise halihazırda var olan bir sorunu sıradan bir varlığa değil lüks bir ürüne dönüştürmek.

Yengeç, yetiştirme için iyi bir aday oldu ve artık nasıl idare edileceğini yavaş yavaş öğrendiğimiz bir çiftlik hayvanı haline geldi. Yetiştiricilik operasyonu içinde yengeçlerin gelişmesi için gerekenler hakkında çok daha fazla şey biliyoruz; yemek, büyümek ve birbirlerine iyi davranmak. Ve şimdi doğru yemi de belirleme sürecindeyiz diyor Nofima’da uzun süredir yengeçleri araştıran Sten Siikavuopio.
Grete Lorentzen ise Başarılı olursak, potansiyel olarak batı Finnmark'ta tamamen yeni bir endüstrinin temelini atmış olacağız diyor. Lorentz, aynı zamanda deneyimli bir yengeç araştırmacısı ve Helt Konge (Yengeç Kraldır) araştırma projesinin başkanı.

Kırmızı Kral Yengecinin önlenemez göçü

Hikaye şöyle başlıyor; 1960'larda Kırmızı Kral Yengeci - Paralithodes camtschaticus, Finnmark sahilinin hemen doğusundaki Murmansk Fiyordu'na salıverildi. Yaklaşık 15 yıl sonra ise Varangerfjord'da keşfedildi. O zamandan beri, bu uzun bacaklı kabuklu, Finnmark kıyıları ve Troms ilçesi boyunca yayılım gösterdi.

Kırmızı Kral Yengeci bugün bile hâlâ batıya ve güneye göç ediyor, Akdeniz’de de bazı örneklerden de aşina olduğumuz şekliyle, deniz dibinde yoluna çıkan her şeyi yiyor. Bölgede davetsiz misafir olduğu ve yerleşik balıkçılık için önceden  bir istenmeyen ve rahatsızlık unsuru olan yengeç, artık kazançlı bir lezzet olarak kabul ediliyor.

Tüketiciler büyük yengeçleri istiyor

Bununla birlikte, Kuzey Burnu'nun batısında,  bu yengeç istilacı bir tür olarak kabul ediliyor, yani doğal yaşam alanı dışındaki alanlara yayılmış ve oradaki diğer tüm canlı organizmaları etkileyen türlere verilen ismiyle.

Norveçli balıkçılık yetkilileri, kotayla düzenlenen bölgenin batısındaki yengeçlerin varlığını azaltmayı planlıyor ve bu nedenle Honningsvåg'ın batısında serbest bir balıkçılık bölgesi kurdular. Serbest avlanma alanında, yengeçler büyüklüklerine bakılmaksızın yakalanıp kıyıya getirilebiliyor.

Sorun şu ki burası profesyonel balıkçılar için çekici bir balıkçılık değil. Honningsvåg'ın batısında yakalanan yengeçler, uluslararası pazarda en az 1 ila 2 kilo ağırlığında Norveç Kral Yengeci isteyen alıcılar için küçük kalıyor.


Her kabuklunun ortak sorunu: kabuk değiştirme anındaki zayıflık

Bir yıl önce araştırmacılar, serbest avlanma alanından elde edilen yaklaşık 250 gram ağırlığındaki küçük yengeçleri beslemeye başladı. Bu, araştırma çalışmasının bir parçasıydı ve amaç, projenin üç yılında 1.6 kilogram veya daha fazla ağırlığa ulaşmaktı. Araştırmada böylesine ileri bir aşamaya gelene kadar yengeçlerin birden fazla kabuk değiştirme döngüsünden geçmesi gerekiyor. Bu şekilde büyüyorlar diyor Sten Siikavuopio, kabuk değiştirme aşaması yengeç için kritik bir aşamadır, çünkü bu dönem en savunmasız oldukları dönemdir.

Nofima projesindeki yengeçler, ticari boyutlara ulaşmak için 3-4 kritik kabuk değişiminden geçmek zorunda. İlk başarılı bir kabuk değişiminin gerçekleşmesinin ardından araştırmacılar iyimser.

Şimdiye kadar, sonuçlar tüm beklentileri aştı. Kabuk değiştirme, yengecin iyi büyüdüğünü ve kabuk değiştirmeyle ilişkili ölüm oranının yüzde ondan az olduğunu gösteriyor ki bu mükemmel sayılar.

Yeni bir yetiştiricilik türünün en değerlisi: yengeç yetiştiriciliğine dair bilgi yüksek talep görecek

Nofima’da görev alan bilim insanları, yengeçlerin nasıl canlı saklanması ve beslenmesi gerektiğine dair bilginin hem Norveç'te hem de yurtdışında yüksek talep göreceğine inanıyor.

Nofima'nın gücü disiplinler arası oluşunda yatıyor. Hayvanların gelişmesini sağlamanın ne demek olduğunu anlayan biyologlarımız var ve Bergen'deki araştırma istasyonundaki meslektaşlarımız yengeçler için neyin en iyi olduğuna dair bilgilerimize dayanarak kullandığımız yemi üretiyorlar. Ayrıca ürün kalitesi ve tüketici algıları konusunda uzmanlığımız var, bu da işimizde tüm değer zincirini dikkate aldığımız bir yaklaşıma sahip olmamızı sağlıyor diyor Siikavuopio.

Tüm yetiştiricilik modellerinde olduğu gibi zaman ve yem maliyetleri yengeç için de kârlılık açısından kritik faktörler. Doğadan avlanan küçük yengeçlerle başlayarak hem zamandan hem de yem maliyetlerinden tasarruf etmek mümkün. Özellikle bölgede istilacı olarak tanımlanan bir tür için. Grete Lorentzen, Ayrıca çalışmada kullandığımızdan biraz daha büyük yengeçlerle başlarsak, yengeç pazar için çekici bir boyuta gelmeden önce daha az yem gerekecek ve böylece büyük yem masraflarından kaçınılmış olacak diyor.

Ne bulurlarlarsa ayırt etmeden yiyorlar

Kırmızı Kral Yengeci ile en iyi şey belki de, ayırt etmeden hemen hemen herşeyi yemesi. Bu da onu yetiştiricilik operasyonu için harika bir aday haline getiriyor. Helt Konge projesine paralel olarak Kongemat (Food for Kings) adlı araştırma projesi yürütülmekte. Oradaki araştırmacılar, diğer deniz türlerinden kalan biyokütlenin çiftlikteki yengeçler için bir yem kaynağı olarak nasıl kullanılabileceğini araştırmakla meşguller. Karides kabukları ve lumpfish burada anahtar kelimeler. 

Yengeç dört yaşında bir çocuk gibi yiyor. Yemeğin yarısı yerde bitiyor. Bu nedenle, dökülmeyi en aza indiren bir yapıya sahip bir yem geliştirmek için çalışıyoruz diye açıklıyor Sten Siikavuopio. En az atık ve maksimum büyüme sağlayan yemi bulmak su ürünleri yetiştiriciliğinin herhangi bir alanında olduğu gibi yengeçte de oldukça önemli.

Su ürünleri yetiştiriciliğinde geleneksel yaklaşım, hayvanları günlük olarak beslenmesi yönünde. Kırmızı Kral Yengeci ile çalışan araştırmacılar, bu yaklaşımı yeniden gözden geçirmekten fayda görebileceğimize inanıyor. Denemeye değer olabilecek bir teori, yengecin daha az sıklıkta servis edilirse yemden daha iyi yararlanabileceği. Örneğin, her gün yerine haftada üç kez. Yengeç araştırmacısı, teorik olarak, bu, ilk servis sırasında yere döktüğü her şeyi yutmasını sağlar diyor.

Kaynak: sciencenorway.com

Yeni türlerin su ürünleri yetiştiriciliği operasyonlarında kendisine yer bulmasının en önemli nedenleri arasında iklim değişikliği ve birbiri arasında coğrafi engeller olan denizler arasındaki engellerin kalkması olsa da, gemiler arasındaki taşınım ve akıntılarla taşınan larvalarla yumurtalar yerleştikleri yeni yerlerde kalıcı olmak konusunda hiç yabancılık çekmiyor.

Değişen iklim şartları ve suyun asiditesinin artması nedeniyle, geleneksel olarak yetiştiriciliğine aşina olduğumuz türlerle ve bu türleri bildiğimiz şekilde yetiştirmeye devam etmemiz zor görünüyor. Daha önce burada yayınladığım "Değişen iklim koşulları altında geleneksel yöntemlerle balık yetiştirmeye devam edebilecek miyiz?" yazısı, bu olayın nedenlerini geniş kapsamlı olarak inceliyor. Bu nedenle alternatif türlerin yetiştiriciliğine yönelik araştırma faaliyetleri oldukça önemli ve desteklenmesi gerekiyor.

Alacakaranlıktan gelen balıklar kurtarıcımız mı olacaklar yoksa felaketimiz mi?

1789'da kaşifler Alessandro Malaspina ve José de Bustamante, İspanya'nın dünyadaki ilk bilimsel keşif gezisi için Cádiz'den yola çıktı. Malaspina ve Bustamante, beş yıl boyunca Kuzey, Orta ve Güney Amerika Pasifik kıyıları boyunca ve batıya doğru Filipinler'e kadar uzanan İspanyol imparatorluğu boyunca hayvanları ve bitkileri inceledi ve topladı.

2010 yılında, Cádiz'den başka bir İspanyol seferi yola çıktı ve bir önceki orijinal rotayı büyük ölçüde takip ederek rotadaki okyanusların bugünkü durumunu araştırdı.

Ekip, Malaspina ve Bustamante'nin zamanında orada olmayan kirleticileri, plastikleri ve kimyasalları ölçtü, deniz suyu ve plankton örnekleri topladı; 31.000 millik yolculuk boyunca geminin sonarı açıldı ve aşağıdan gelen yankıları dinledi. Bu araştırmadaki başlıca hedef neydi? Sardalya veya hamsi gibi görünen küçük gümûşi balıklarla sadece daha büyük gözleri ve karanlıkta parlayan benekler.

Bunlar yaygın olarak bilinen ismiyle fener balıklarıdır. Dünya denizlerinde yaklaşık 250 türü vardır ve bu balıklar okyanusların alacakaranlık kuşağındaki en yaygın balıklar olmakla kalmazlar, aynı zamanda gezegende en çok bulunan omurgalılardır.

Bu balıkların Lophiidae ailesinden Lophius piscatorius ile bir bağlantısı yoktur.

Büyük miktardaki sürüler ilk olarak ikinci dünya savaşı sırasında, deniz sonar operatörleri, geceleri yüzeye çıkan ve şafakta geri dalan, sağlam bir deniz yatağı gibi görünen şeyin yankılarını gördüklerinde fark edildi. Aslında ses atımları; derinlerde saklanan yoğun katmanlarda toplanıp gün batımında yüzeyden beslenmek için binlerce metre yukarı yüzerken, milyarlarca fener balığının hava keselerinde - gazla dolu iç baloncuklarda - yankılanıyordu.

Her gece, kendilerini avlayan kalamar gibi diğer hayvanlarla birlikte, fener balıkları gezegendeki en büyük hayvan göçünü yapıyor.

1 gigaton balık?!

2010 Malaspina keşif gezisinden önce, trol araştırmalarına dayanan çalışmalardan elde edilen verilere göre yarı karanlık zonda yaklaşık bir gigaton (1 milyar ton) balık içerdiğini tahmin ediyordu. Bu görünüşe göre hafife alınan bir tahmin; çünkü fener balıkları açık ağlardan yakalanmaktan kaçınıyor. Malaspina akustik araştırması ağlarla veri elde etmeye dayanmıyordu ve dolayısıyla 2014'te yapılan araştırma, 10 ila 20 gigaton arasında değişen alacakaranlık kuşağı balığı hakkında yeni tahminlerin yapılmasına imkan tanıdı.

Böylesine büyük bir hasat imkanı, tipik şekilde balıkçılıkla ve dünyayı beslemekle ilgili çalışan hemen hemen herkesin kafasında aynı sorunun oluşmasına neden oldu: Alacakaranlıktan gelen bu balıklar, artan insan nüfusunu beslemeye yardımcı olabilir mi?

Çok yağlı ve kılçıklı olduklarından bu fener balıkları doğrudan birinin tabağında yiyecek olarak görmemiz zor. Fakat su ürünleri yetiştiriciliğinde kullanılan yemlerin en önemli bileşenlerinden birinin balık yağı olduğunu düşündüğümüzde fener balıklarının potansiyeli kendiliğinden parıldıyor.

Malaspina keşfinden sonra, alacakaranlık balıklarının tahmin edilen daha düşük kütlesinin sadece yarısının (hala 5 gigatonluk büyük bir miktardan bahsediyoruz) yakalanması durumunda, teorik olarak 1.25 gigaton yetiştiricik kökenli deniz mahsülü elde etmek için yeterli balık unumuzun olabileceği tahmin edilmekte. Bu, halihazırda yapılmaya devam edilen yıllık 0.1 gigatonluk yabani balık avından çok daha fazla.

Bununla birlikte, fener balığı hasadı başlasa ve birçok balık yetiştiriciliği türünün diğer çevresel etkilerini bir kenara bırakırsak, çoğu kişi, herkesin yemesi için yiyecek sağlama gibi erdemli bir amaca ulaşıp ulaşamayacağını sorguluyor.

Gıda açısından zengin, gelişmiş ülkelerin çoğunda somon ve karidesler yemle beslenir ve evcil hayvan gıdalarında da giderek artan bir hacimde satılmaktadır. Ayrıca, Rus ve İzlanda filoları da dahil olmak üzere, fener balığı balıkçılığı yapmaya yönelik önceki girişimler ticari bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu derin sularda balık tutmanın şimdiye kadar çok pahalı ve balık unu çok ucuz olduğu kanıtlandı.

Gıda takviyesi kaynağı olarak kullanabilir miyiz?

Daha yakın zamanlarda, fener balığı popülasyonlarının yüksek tahminlerinin harekete geçmesiyle, alacakaranlık kuşağı balıkçılığının nasıl karlı hale getirileceğini araştırmak için planlar yapılıyor. AB, bu tür fırsatları araştırmak için beş yıllık bir araştırma projesini finanse etti. 2017'de Norveç, alacakaranlık kuşağındaki bu balıklar için 46 keşif amaçlı balıkçılık lisansı verdi. Bu balıkçılık aktivitesi muhtemelen düşük maliyetli balık unu üretmek için değil de Omega-3 takviyeleri ve balık yağı hapları gibi ürünleri tedarik eden daha kazançlı “nutrasötikler” endüstrisini tedarik ederek kârlı olmaya çalışacak.

Bir alacakaranlık balıkçılığını geliştirmeye yönelik bu ve diğer girişimler, vahşi balık avlamak için karşı konulmaz bir zorunluluğu yansıtıyor. Sürdürülebilirlik - ve dünyayı besleme ihtiyacı hakkında konuşmalar arasında, bu balıkları avlanmadan bırakmanın bir şekilde israf olacağı yönündeki karşı varsayım var. Az sömürülmüş terimi, sanki bu hayvanların tek amacı insan yararı içinmiş gibi sıklıkla kullanılır. Alacakaranlık kuşağından çağlayan binlerce trilyon parlayan balık fikri, birçoklarının görmezden gelemeyeceği kadar çekici.

Yeterince fener balığı yakalamak ve çabaya değer kılmak için, bu balıkçıların muhtemelen büyük orta su trol ağları kullanması ve sonar ile bulunması kolay büyük sürülerde bir araya geldikleri için gün boyunca balıkları hedeflemeleri gerekecektir. Ağlar dibe değmeyecek veya 1000 yıllık mercanları parçalamayacak, ancak elekten geçirip açık suyu süzdükçe, zaten yeterince sorunu olan diğer hayvanları yakalayacaklar. Bu da tipik şekilde daha önce de defalarca bahsettiğimiz üzere ıskarta balıkçılığa işaret ediyor.

Paul Caiger / Woods Hole Oceanographic Institution

Okyanusun kendi içindeki dengeyi gözetiyor muyuz?

Turuncu imparator balığı (Hoplostethus atlanticus) gibi aşırı yavaş büyüyen derin deniz türlerinin aksine, fener balıklarının önemli av baskısına dayanma olasılığı daha yüksektir; çok daha hızlı büyüyorlar ve yaşamları aylarla ölçülüyor, bazıları iki yıldan az yaşıyor. Fakat yarı aydınlık zonda balık tutmak, fener balıkları ve benzeri türlerin iklimi düzenlemeye yardımcı olma şeklini bozarak farklı türde bir felaketi tetikleyebilir.

Günlük yukarı ve aşağı yüzme rutinleri, parçacık enjeksiyon pompalarını güçlendirerek yüzey ile derin arasında hayati bağlantılar oluşturur.

Küçük balıkların sığlıklarda beslenmesi, daha sonra aşağıya dalması, derinlerde kalan daha büyük balıklar tarafından yenilmeleri ve böylece atmosferden karbondioksiti depolanabileceği derin okyanusa pompalama sürecidir.

Parçacıklar 1.000 metrenin altına düşerse, karbonları yüzeye dönmeden önce 1.000 yıla kadar depolanabilir. Batı İrlanda açıklarındaki kıta eğimi üzerine yapılan bir araştırma, derinlerde yaşayan balıkların yılda 1 milyon ton CO2 eşdeğerini yakalayıp depoladığını tahmin ediyor.

Yarı karanlık zonda balıkçılık yapmak eğer yüzey ve derin arasındaki bağlantıya zarar verirse, bu biyolojik karbon pompasının ne kadar hızlı veya kritik bir şekilde zayıflayabileceğinden kimse emin olamaz. Ancak fener balıklarının küresel iklim sisteminin bir parçası olması ve yalnız bırakılması gereken bir risk var.

Endişe verici bir şekilde, alacakaranlık kuşağı balıklarının sayısı için yeni yüksek rakamla herkes aynı fikirde değil. 2010 Malaspina çalışması bile belirsizliğini ve kullanılan yöntemlerin sınırlamalarını belirtiyor. Ancak yarı karanlık zonda daha önce düşünülenden en az 10 kat daha fazla balık bulunduğu manşeti insanların dikkatini çekti.

Sonraki çalışmalar, bu rakamlara ve onları destekleyen varsayımlara daha eleştirel baktı. Malaspina araştırması, derinlerden yansıyan ve sonar tarafından alınan sesin ölçüsü olan akustik geri saçılımın tamamen balıklardan geldiğini varsayıyordu. Ancak yarı karanlık zonda vücutlarının içinde yansıtıcı, gazla dolu baloncuklar bulunan tek hayvanlar onlar değil. Ayrıca 19. yüzyıl Alman doğa bilimci Ernst Haeckel'in tanımlayıp resimlediği birçok sifonoforda da varlar. Ayrıca bazı alacakaranlık kuşağı balığında yüzme kesesi de yok, bu nedenle sonar tarafından tespit edilmez haldeler.

2019 yılında yapılan bir araştırma, Malaspina keşif gezisinden elde edilen akustik verileri bu belirsizlikleri hesaba katarak yeniden yorumladı. Yarı karanlık zon balıklarının ortaya çıkan tahminleri 1.8 ila 16 gigaton arasında değişiyordu. Bu ölçekte gerçek değerin nerede olduğunu söylemek için çok erken, bu da dışarıda 20 gigaton olabileceği gibi riskli önermeye dayanarak fener balığı yakalamaya başlamak için kesinlikle çok erken olduğu anlamına geliyor.

Yakın tarih bize, endüstriyel balıkçılık yeni türleri yakalamak için yeni bölgelere yayıldığında her zaman yıkıcı çevresel etkilerin olduğunu söylüyor. Yarı karanlık zonda aynı hatadan kaçınılabilir mi?

Kaynak: theguardian.com

Deniz ürünleri tüketimi bağışıklık sisteminizi nasıl güçlendirir?

Çok zorlu iki yılı geride bıraktığımız şu günlerde, artık yaşamımızın bir parçası olarak görmeye alıştığımız COVID 19'un yanı sıra, hareketlenmeye başlayan sosyal ve iş yaşamımız nedeniyle soğuk algınlığı ve gripten de endişeliyiz. Başta TV reklamları ve gezindiğimiz hemen hemen her web sitesindeki reklam alanlarında karşımıza çıkan reklamlardan da anlayacağımız üzere, insanlar bağışıklık sistemlerini güçlü tutmak ve güçlendirilmiş bağışıklık sistemlerini desteklemek için her zamankinden daha fazla arayış içindeler.

Southampton Üniversitesi'nde beslenme immünolojisi profesörü ve "Beslenme ve bağışıklık: COVID-19 için dersler." isimli bir araştırmanın yazarı Dr. Philip Calder, “Besinler, yediğimiz şeyler, fiziksel aktivite ve sigara içmeme gibi şeylere ek olarak bağışıklık sistemimizin işleyişinin çok önemli bir parçası” diyor. “Bağışıklık sistemi enfeksiyona karşı korunmanın merkezinde yer alır. Son 18 ayda, zayıf bağışıklık sistemleri büyük bir halk sağlığı sorunu olarak ortaya çıktı."

Bağışıklık sistemini güçlendirmenin en kolay, hızlı ve güvenilir yolu iyi beslenmeden geçer. Vitaminler ve mineralleri tek kaynaktan gerektiği kadar içeren besin grubu ise tartışmasız şekilde deniz ürünleridir. Özellikle kış aylarında avuç içlerimizi güneşe dönerek vücudumuzda sentezlenmesini sağladığımız D vitamini başta olmak üzere, deniz ürünleri bağışıklık sistemini destekleyen başka iyi mikro besinlerin de kaynağıdır.

420.000'den fazla kişinin katıldığı NIH-AARP Diyet ve Sağlık Çalışmasından elde edilen veriler, deniz ürünleri yemenin solunum kaynaklı ölümleri yüzde 20 oranında azalttığını gösteriyor. Aslında, daha yüksek deniz ürünü tüketimi ve omega-3 yağ asidi alımı, toplamda daha düşükölüm oranı ile önemli ölçüde ilişkili.

Deniz ürünleri tüketimini yalnızca balık grubu ile kısıtlamıyoruz ve kabuklu deniz ürünlerinin de potansiyellerinin farkındayız. Bu iki grupta yer alan tüm ürünler, bağışıklık sisteminin düzgün şekildei işlevlerini yerine getirmesi için gerekli yapı taşları olan besinleri sağlar.

Deniz ürünlerinde yer alan omega-3 yağ asitleri DHA VE EPA, bağışıklık sistemi için çok önemlidir.Anti-inflamatuar oldukları için bağışıklık tepkisinin zararlı etkilerini tersine çevirmeye yardımcı olurlar. Omega-3 yağ asitleri açısından zengin olan deniz ürünlerini biliyoruz fakat yine de üzerinden bir kez daha geçelim: somon, ringa, hamsi, istiridye, sardalya ve alabalık.

Omega-3 yönünden zengin deniz ürünlerini kısa bir şekilde hatırladıktan sonra, deniz ürünlerinin içindeki hangi bileşenin bağışıklık sistemi için ne tür bir fayda sağladığına bakalım.

B vitamini

B2, B6 ve B12 gibi B grubu vitaminlerinin tümü hastalıklara karşı savaşırken oksijen akışını sağlayan kırmızı kan hücreleri ile beyaz kan hücrelerinin gelişimini teşvik eder. hem balık hem de kabuklu deniz ürünü grubundan temin edilebilir.

D vitamini

Bu vitamin, bağışıklık sisteminin işlevini kontrol eder.  Doğuştan gelen antimikrobiyal tepkisinde önemli rol oynar ve bağışıklık sisteminin düzgün çalışmasında rol oynar. En önemli kaynağı balık grubu deniz ürünleri olarak görülmektedir.

Demir

Bağışıklık sisteminin hücrelerinin aktivasyonu ve çoğalmaları için esas olan bir mineraldir. Tüm kabuklu deniz ürünlerinde yaygın olarak bulunur fakat asıl kaynağı olarak midye ile istiridye gösterilmektedir.

Selenyum

Deniz ürünlerinden elde edilebilecek olan faydalar arasında önemli bir yere sahip olan fakat genellikle gözden kaçırılan selenyum, viral mutasyonu hafifletmekte önemli bir görev üstlenir. Oksidatif stresi azaltmaya yardımcı olan önemli bir antioksidandır ve bu sayede iltihabı azaltarak bağışıklık sistemini güçlendirir. Denizden çıkan ve tüketilen her mahsülde selenyum vardır. Daha spesifik örnekler vermek gerekirse eğer, ton balığı, sardalye, istiridye, karides dikkate alınabilecek iyi seçeneklerdir.

Çinko

Bağışıklık sisteminin en iyi yardımcılarından biridir ve özellikle yaraların iyileşmesine katkı sağlamak konusunda çok faydalıdır. Vücuttaki hücrelerde yer alır ve bu hücrelerin bakteri ve virüslerle savaşmasında etkilidir. DNA sentezi için de gereklidir. İstridye, yengeç ve istakoz gibi deniz ürünleri iyi birer çinko kaynağıdır. Sardalya, somon, pisi ve dil balığı gibi balıklarından da elde edilebilir.

Hiçbir yiyecek ve takviye edici gıda tek başına hastalıkları önleyemez, ancak deniz ürünlerinde bol miktarda bulunan bu temel besin maddelerini düzenli olarak dahil ederek bağışıklık sistemi desteklenebilir.

Okula yeni başlayan çocuklarınızın beslenme alışkanlığına neden deniz ürünlerini katmalısınız?


Eylül ayı geldi ve okulların açılmasıyla birlikte yeni bir dönemin de başlangıcını yapmış olduk. Özellikle çocuklar, yaklaşık bir buçuk yıllık bir aranın ardından tekrar okula döndüler ve pek çok farklı çevreden gelen çocuklar, aynı ortamda günlerinin çoğunu birlikte geçirecekler.

COVID19'un etkisini göstermeye devam ettiği bu süre içinde, her ne kadar toplumun önemli bir yüzdesi aşılanmış olsa da, çocuklarımızın bağışıklık sistemini güçlü tutmak için onları besinlerle desteklememiz gerekiyor.

Öğrencilerin içinde bulunduğu faaliyetlerde, onlar için gerekli olan besinleri sağlamaktan geçiyor ve deniz ürünleri, öğrenciler için gerekli olan tüm besinlere sahip. Başta balık ve kabuklu deniz ürünleri, beyin gelişimini ve işlevini artıran DHA omega-3 yağı bakımından doğal olarak zengin.

Deniz ürünlerini daha hamilelikte tüketmeye başlamanın da faydaları var.  Ulusal Balıkçılık Enstitüsü tarafından yapılan ve ortaya konulan bazı araştırmalar neticesinde hazırlanan bir rehberde, hamilelik sırasında haftada 2-3 kez deniz ürünü yiyen annelerin çocuklarının merdiven çıkma, sesleri kopyalama ve bardaktan içme gibi dönüm noktalarına daha hızlı ulaştığını gösteriyor. Ve yaş spektrumunun diğer ucunda, yakın tarihli bir araştırma, deniz ürünleri açısından zengin bir diyet yemenin hafıza kaybı ve bunamaya karşı korunmaya yardımcı olabileceğini buldu.

Omega 3 yağ asitlerine ek olarak, çocuklarda uygun büyümeyi desteklemeye yardımcı olan demir ve B vitaminlerini de içerir. Yalnızca bu grup vitaminler değil, kemikler, bağışıklık ve kalp sağlığı için önemli bir besin olan D vitamini de bol miktarda sağlar. Çinko ise deniz ürünlerinden alabileceğiniz bir diğer önemli bileşendir. Özellikle yaralanmaların iyileşmesinde ve iltihabın giderilmesinde çinko seviyelerinin önemi var.

Sanıldığının aksine, deniz ürünleri son derece esnek ve çok yönlü pişirmeye uygun yiyeceklerdir. Herhangi bir deniz ürünü, hangi pişirme yöntemiyle pişirilmiş olsun her ailenin en çok sevdiği ve tüketmekten keyif aldığı yiyecekler arasında kolayca yer alabilir. Ayrıca, çocuklarınıza deniz ürünleri sunmak, onların erken yaşlarda sağlıklı beslenme alışkanlıkları geliştirmelerine yardımcı olur.

 
Çocuklarınıza deniz ürünlerini nasıl sevdirebilirsiniz?

Çocuklar genellikle deniz ürünlerini tüketmek konusunda ailelerine zorluk çıkarma eğilimi gösterirler.  Bununla başa çıkmak için yeni formlar geliştirebilir ve eğer çocuğunuz deniz ürünlerini tüketmek konusunda sıkıntı yaşıyorsa ona bu formu değiştirilmiş yiyecekleri verebilirsiniz. 

  • Genellikle cezbedici bir tüketim formu olarak sunulan fast-food formu, çocukları cezbetmek için kullanılabilecek başlıca ürünlerdir. Kıyma yapılarak köfte haline getirilmiş balık, karides ya da yengeç etleri ızgarada pişirilerek hamburger olarak verilebilir.
  •  Schinitzel de çocukların çok severek tükettiği bir başka formdur. İnce dilimlenmiş yada dövülerek inceltilmiş etten yapılan bu yiyeceğin üzeri çıtır çıtır olması için galeta unu yada bayat ekmekle kaplanır. Böylece deniz ürünlerinin kendine has olan kokusu da baskılanabilir.
  • Çorba formu, deniz ürünleri için bizde çok yaygın olmamakla birlikte, bütün halde deniz ürünlerine ihtiyaç duymadan yapabileceğiniz özel bir yemektir. Temizlenmiş balıklardan geriye kalan ana kılçık, kafa ve küçük et parçaları ile birlikte havuç, patates ve isteğe bağlı olarak bezelye ile brokoliyi bir arada pişirerek elde edeceğiniz balık çorbasıyla sindirimin kolaylaşmasını da destekleyebilirsiniz.
Yeni eğitim - öğretim yılında çocuklarınızın sağlığını desteklemek ve bağışıklık sistemlerini güçlü tutmak için onlara düzenli olarak deniz ürünleri yedirmeyi ihmal etmeyin.