Su altının sakinleri, şu anda koşulları hızla değişen sularda yüzmeye devam ediyor ve biz yeni yeni bu değişikliklerin onlar için ne anlama geldiğini anlamaya başlıyoruz. En basitinden, balık popülasyonları devamlı olarak artan sıcaklıklara ve buna bağlı olarak ortaya çıkan besin azlığına göre yaşam aralıklarını değiştiriyor. Bunun neticesinde de bilim insanları, tüm dünyadaki toplam balık avcılığının, yüz yılın sonlarına doğru %25’e kadar azalabileceğine dikkat çekiyor.
ABD Çevre Koruma Ajansına göre 1970'den bu yana, küresel deniz yüzeyi sıcaklığı yaklaşık 1℃ arttı. Okyanus bugün kayıt tutmanın başladığı 1880'den bu yana her zamankinden daha sıcak.
Su ısındıkça daha az oksijen tutma eğilimi gösterir ve pH’ı düşerek asidik hale gelir. Yani bu da demek oluyor ki denizin altı gelecekte daha az tanıdık ve renkli olacak.
Denizlerin iklimi korumaktaki en önemli ortaklarından olan sualtı yosun ormanları ile su altı canlığının en önemli kaynaklarından olan mercan resiflerinin sayısı gitgide azalıyor, alanları daralıyor. Bu bileşenlerdeki azalmanın sonucunda denizle doğrudan besin ilişkisi kuran memeliler, kuşlar ve hatta düzenli beslenmesi denize bağlı olan kıyı toplumları, yaşanan sıcaklık değişimlerinde gerekli avı / besini bulmakta zorlanıyor.
Balıkçılıkla geçimini sağlayan kıyı toplumları, halihazırdaki ekonomilerini olduğu gibi devam ettirmek için kıyısında yaşadıkları denizle doğrudan bağlantılıdır. Artan sıcaklıklara bağlı olarak denizel ekosistemlerde meydana gelen değişimlerin yarattığı yeni etkiler kaçınılmaz. Yakın zamana dek bol miktarda avlanan pek çok balık türünün denizden eldesindeki düşüşten bahsediyoruz uzun zamandır. Bu tek başına iklim değişikliği ile alakalı olmasa da etkilerini doğrudan görebildiğimiz bir sonuç.
Örneğin, eski İstanbul fotoğraflarında görülen orkinoslar, kılıç balıkları ve kasalardan taşan lüferler bugün hiç görünmüyor. Dünyanın başka bir yanında, Alaska’da, binlerce yıldır sürdürülebilir şekilde somon balığı avcılığı yapılan akarsulara ve nehirlere artık daha az balık dönüyor. Kuzey Pasifik'te ise ekonomik yönden değerli olan birden fazla yengeç türü yok oluyor ve bu türlerin ticari avcılığı artık sona eriyor. Hatta Alaska’da, 2022 yılında popülasyonu tehlikede olduğundan kar yengeci avcılığını iptal etti.
Suyun içindeki uzun süreli ısı dalgalarına bağlı olarak oluşan ölü bölgeler ABD’nin batı kıyılarında daha fazla görülüyor; dolayısıyla balıkçılık aktivitelerini sekteye uğratırken daha fazla alg patlamaası yaşanmasına neden oluyor. Gelişmeler yalnızca suyun altıyla ve suyla ilgili ekonomik faaliyetler içinde olanlarla ilgili değil. İklim değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkan, geçmişte görülenlerden daha güçlü ortaya çıkan süper fırtınalara eşlik eden kasırgalar dünyanın her yanında balıkçılıkla geçinen toplulukların ekonomik sürdürülebilirliklerini riske atıyor.
Kabul etmemiz gereken ilk şey şu; iklim değişikliğine bağlı olarak gerçeklen tüm şeyler gelecekte daha kötüye gidecek. Bugün, dünyanın emisyona nasıl tepki vereceğini tahmin eden iklimlendirme modellerinin ikisi de 2050 yılına kadar istikrarlı şekilde artış gösteriyor. Bugün gösterdiğimiz emisyon azaltma çabaları ise gidişatta etkili olacak. İklim sisteminde termal atalet olması bunun başlıca nedenlerinden birisi. Yani bu, uzun süre önce emilmiş ısının dahi bugün gezegeni ısıtmaya devam etmesi anlamına geliyor.
ABD Enflasyon Azaltma Yasası'nın yürürlüğe girmesiyle son zamanlarda kaydadeğer ve dikkat çekici bir iklim eylemi gerçekleştirilmesine rağmen iklimsel gelecek önümüzdeki 30 yıl için şimdiden belirgin; durağanlığa girmeden önce ısınmaya devam edecek.
ABD Devlet Hesap Verebilirlik Ofisi tarafından ülkedeki balıkçılığın yönetimi hakkında bir raporun son bulguları oldukça dikkat çekici. Rapor, sadece ABD'de kritik öneme sahip 450'den fazla balık stoğunun balıkçılığını belirleyen 46 yönetim planının yalnızca dörtte birinin iklim değişikliğini dikkate aldığını gösterdi. Okyanus balıkçılığının halkın lehine sürdürülebilir şekilde devam etmesinden sorumlu devlet kurumu olan NOAA Fisheries’in, federal balıkçılığın iklim direncini artırmaya yönelik yöneticilerin fırsatlarını belirlemesi ve bunlara öncelik vermesi gerektiği sonucuna dikkat çekiliyor.
İşin temeline baktığımızda, balıkçılığı yönetme şeklimizi gözden geçirmek ve gerektiğinde bunları değiştirmek için yeni yaklaşımlara açık olmamız, hatta bunları uygulamaya geçirmek için hazır olmamız gerekiyor. Kanıta dayalı yönetim yaklaşımlarının on yıllardır sunduğu veriler ışığında aşırı avlanmayı azaltmaya, stokları yeniden inşa etmeye ve kıyı topluluklarını eski haline getirmeye yardımcı olmak için balıkçılığı iklim değişikliğine hazırlamak gerekiyor.
Her balıkçılık aktivitesinin kendine özgü yöntemleri ve kontrol noktaları olduğundan ve iklim değişikliğinin balıkçılık üzerindeki etkisi tek olmadığından, yaptığımız balıkçılığı değişen iklimle uyumlu hale getirmek için yalnızca tek bir çözüm üretilemeyeceğini de unutmamamız gerekiyor. Balıkçılık yönetimiyle ilgili otoritelerin, iklimin balıkçılık üzerindeki etkilerini tahmin etmelerine, modellemelerine, anlamalarına ve bunlara uyum sağlamak için gerekli planlamaları yapmalarına yardımcı olabilecek araçlarla seçenekleri gözden geçirmeleri gerekli olacak.
Bizden daha güçlü olan iklim değişikliği karşısında balıkçılığı iyi yönde geliştirecek bir yöntem bulamazsak, gelecekte balıkçılığın nimetlerinden mahrum kalacağımızı kaçınılmaz bir gerçek. Dünyanın her yanından araştırmacılar, iklim değişikliğinin balıkçılığı nasıl değiştireceğine dair bilimsel bir anlayış geliştirmek için değişen deniz ekosistemini daha iyi anlamaya yatırım yapıyor ve anlamlı modeller oluşturmaya çalışıyor.
Şu an için sevindirici olabilecek şey, değişen iklime hazır balıkçılıkta ortaya çıkabilecek farklı zorlukları ele alabilecek birkaç yaklaşım halihazırda mevcut ve bunlardan bazıları su üzerinde test edilmiş ve hatta kullanılmış. Bu araştırmalar neticesinde elde edilmiş dikkate değer sonuçlar var fakat, bunlar balıkçılıkla ilgili kanun koyucular tarafından karara bağlanarak uygulamaya geçmekten epey uzakta. Bilim vasıtasıyla elde edilmiş verilerin gerekliliklerini anlayarak anlamlandırmak ve harekete geçmek oldukça önemli.
Geleneksel balık yetiştiriciliği aktivitelerini devam ettirebilecek miyiz?
FAO verilerine göre Dünya balık üretimi 1990 yılında yaklaşık 99 milyon ton iken, 1997 yılında ise 122 milyon tona yükselmiştir. Su ürünleri üretimi söz konusu olduğunda, sektör içindeki en büyük artış kültür balıkçılığında görülüyor. 1990 yılında kültür balıkçılığının hacmi 13.1 milyon ton iken 1997 yılında 28.8 milyon ton seviyesinde. Aynı dönemde avcılıktan elde edilen su ürünleri de 68.9 milyon tondan 93.7 milyon tona ulaşmış. Türkiye’nin toplam su ürünleri üretimi 1997 yılı itibariyle 382 bin tonu deniz, 50.5 bin tonu tatlısu, 45.45 bin tonu kültür, 22.5 tonu ise diğer deniz ürünleri olmak üzere 500 bin ton civarında.
Akdeniz’e göre biraz daha kuzeyde olan Ege denizindeki balık yetiştiriciliğine odaklandığımızda, karşımıza çıkan en önemli iki tür Çipura (Sparus aurata) ve Levrek (Dicentrarchus labrax). Bu iki tür toplam üretimin %95'ini oluştururken, Çizgili levrek - Granyöz (Argyrosomus regius) ve Sarı kuyruk (Seriola dumerili) gibi türlerin yetiştiriciliği de denenmekte.
Yunanistan, 135.000 tonu aşan yıllık üretimiyle Levrek ve Çipura'nın Avrupa Birliği içindeki ana üreticisidir ve bu nedenle Avrupa Birliği’nin arzının %60'ını ve küresel arzın da %24'ünü oluşturmaktadır. Yunanistan’da 65 şirketin 328 çiftliği var ve €740 milyon yatırım sermayesi mevcut. İspanya ve İtalya gibi diğer ülkeler, Avrupa’ya yönelik üretiminin daha küçük ama önemli bir kısmını oluştururken, Türkiye küresel üretimin üçte birinden fazlasını oluşturan ve Avrupa Birliği’ne dahil olmayan en büyük üreticidir.[link]
Akdeniz’de kafeslerde ve özellikle su ürünleri yetiştiriciliği alanında ihtisaslaşmış özel bölgelerin başında gelen Muğla’da karada da yetiştiriciliği yapılan balıkların biyolojileri de Akdeniz ve Akdeniz iklimine iyi derecede uyum sağlamış vaziyette. Bu bölgelerin yetiştiriciliğe odaklanmasının başlıca nedeni ise su sıcaklığının uygunluğu ve iklimin elverişliliği.
Çipura, yaşam koşullarına göre değerlendirildiğinde, toleranslı bir tür. Yaşadığı suyun sıcaklık aralığı 6 - 32 ºC olarak tanımlanmakla birlikte en iyi gelişmeyi 22 - 25 ºC arasında gösterdiği tespit edilmiş. Aşırı su sıcaklığı değişimlerine karşı ise toleransı düşük. Tuzluluk toleransı ise %0,10 - 40 olarak bulunmuştur. Yumurtlama işini Ekim-Kasım aylarında su sıcaklığının 14 - 19 ºC’ye düştüğü zamanlarda yaparlar.
Levrek, Çipura’ya göre daha toleranslı bir tür. Yaşadığı su sıcaklığı 5-28 °C olarak tanımlanmak ile birlikte en iyi gelişmeyi 20 - 23°C arasında gösterdiği tespit edilmiş. 2 - 14 °C arasında yumurtlamakta. bırakmakta. Tuzluluk toleransı ise % 0,30-50 olarak bulunmuştur. Strese girmeden solunumun devam etmesi için Levrek’in ihtiyaç duyduğu oksijen çözünürlüğü 7 - 8 mg / lt iken bunun 4.5 mg / lt’nin altına düşmesi pek istenmez.
İklimde meydana gelen değişmelerin, balıkçılık yönünden önemli etkileri var ve bunlar birbirini devamlı olarak etkiliyor. Birincisi, su sıcaklığının artmasıyla birlikte suyun oksijen tutma kapasitesinin azalması. Yani ılık su soğuk suya göre daha az oksijen tutabiliyor, sıcak su da ılık suya göre.
Oksijen tutma kapasitesinin yanında, ılık su, bulunduğu sütun içinde daha kolay tabakalaşır. Denizin oksijen kaybetmesinin bir nedeninin de bu tabakalaşma olduğu düşünülüyor. Tabakalaşan su, kendi içinde hareket etmekte zorlandığı için oksijen, su altının her yerine olması gerektiği gibi dağılamıyor.
İkincisi başlıca kaynağı hava olan karbodioksit gazının suya geçmesiyle birlikte suyun pH’ının düşmesiyle birlikte daha asidik bir hale gelmesi. Asitliği yüksek olan su da, kabuklu ve mercan gibi bünyesinde kalsiyumlu kalter biriktirme eğilimi gösteren canlıların bu kalkerli yapılarını eriterek suyu onlar için yaşanması imkansız bir hale getiriyor.
Üçüncüsü ise, balıkların bağışıklıklarının olmayışıyla ilgili. Suyun daha asidik olmasıyla birlikte balıklar daha çok küçükken, larva aşamasında gelişim bozukluğu yaşayarak hayatta kalmakta zorlanıyor.
Sıcaklık; olgunluğa erişim yaşı, üremenin zamanlaması, büyüme, hayatta kalma ve doğurganlık gibi fizyolojik özelliklerin değişikliği ile de doğrudan ilişkili.
İklimin deniz üzerindeki bu etkiler bile, yalnız başına suyun altının geleceğini tek başına tehlike altına sokuyor.
Deniz değişmeye devam edeceğini bilmeliyiz ve o bize değil biz ona uyum sağlamazsak balıkçılıktan elde ettiğimiz sürdürülebilir fayda, yalnızca geçmişte kalan güzel bir anı olacak.
İklim değişikliği Akdeniz’i nasıl etkileyecek?
İtalya'daki Salento Üniversitesi'nde klimatolog ve profesör olan Piero Lionello, Mongabay, “İklim değişikliğine bölgesel ölçekte ne zaman bakarsanız, basit bir çerçeve çizmek kolay değil” diyor. Bu, Akdeniz'de tablonun bizi korkutması gerektiği anlamına geliyor.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), Şubat 2022’de yayınladığı raporunda, Akdeniz'deki sıcaklıkların küresel ortalamadan yaklaşık %20 daha hızlı arttığını açıkladı. Bölgesel ortalamalar, halihazırda sanayi öncesi seviyelere göre 1,5°C (2,7°F) daha yüksek. Küresel olarak, artış daha yavaş, yaklaşık 1.1 - 1.3°C'ye ulaştı. Sera gazı salınımını bugün tümüyle kesilse bile Akdeniz muhtemelen 2100 yılına kadar 19. yüzyılda olduğundan 2-4°C daha sıcak olacak. Üç sıcak kıta olan Avrupa, Asya ve Afrika, Akdeniz’in ısınmasına açık katkıda bulunuyor, çünkü karalar denizlerden daha kolay ısınıyor. Bu da iklimin dolaylı bir başka etkisi.
İklim değişikliği ve zararlı etkileri balıkları yer değiştirmeye zorluyor ve her geçen gün daha fazla tür kuzeye doğru göç ediyor. Bunun nedenini anlamak zor değil, kendinizle empati yapmanız yeterli.
Balıklar da daha serin yerlerde daha rahat soluyabildikleri yerlerde yaşamayı arzu ediyor. Daha Kuzey, şimdilik daha daha serin. Fakat, kuzeye göç ediş, ekosistemin tümüne zarar verecek.
Halihazırda yaşadıkları su altı coğrafyasında sıcaklık ve tuzluluk gibi temel sınırlayıcılar altında yaşayan türlerin Süveyş Kanalı vasıtasıyla Akdeniz’e girişleri de tipik bir kuzeye göç hikayesi.
Üzerindeki sınırlayıcı faktörlerin kalkmasıyla kontrolsüz ve sınırsız şekilde üreyen bu göçmenler, Akdeniz’le birlikte Avusturalya ve Japonya’daki su altı otlaklarını kontrolsüz şekilde tüketiyor. Otoburlar yaşam alanlarını yaygınlaştırdıkça yosun ormanlarını azaltırken ve arkalarında çorak çöller bırakıyorlar.
Çöl, yalnızca bizim karada gördüğümüz formda bir coğrafi olarak kalmanın ötesinde suyun altında da aynı şeyi temsil ediyor; her geçen gün biraz daha büyüyen, hayattan arındırılmış, uçsuz bucaksız korkutucu bir boşluk. Japonya'da buna isoyake deniyor.
İklim değişikliğine bağlı olarak elimizde var olan yöntemlerle ve bilgilerle balıkçılık yapmaya devam etmek konusunda zamanımız azalıyor. Zaman çok hızlı akar; biz, bizim birinci yada ikinci neslimiz de burada bu koşullar altında balık yetiştiriciliği yapabilir fakat bahsettiğimiz bir kaç nesil, dünyanın kendi zaman çizgisi içinde göz açıp kapayıncaya kadar geçen süreden bile kısa.
Akdeniz’de yetiştirilen ve ekonomik olarak ana tür olarak sınıflandırılan mahsuller kapsamlı bir şekilde incelenmiş olsa da, iklime bağlı etkilerin gelecekte balık kültürünü nasıl etkileyebileceğine dair bilgilerde önemli boşluklar var ve bunlar ne yazık ki karşılaşma ihtimalimiz olan potansiyel tehlikeleri değerlendirme kapasitemizi ve kaçınma yollarını bulmamızı engelliyor.
Elimizdeki bilgileri kullanarak üstüne yeni bir şeyler koymak için gerekli olan bir çok yeni bileşene de sahibiz. Ayırdına varmamız ve karar vererek işimizi bu yönde ilerletmek gereken şey, yeni balıkçılık yaklaşımlarına ihtiyaç duyacağımız.
İklim etkisiyle gözden geçirilmiş ve güncel veriler ışığında yeniden hazırlanmış bir balıkçılık yönetimi, denizden sürdürülebilir şekilde yiyecek sağlamaya ve işletmeleri, koruma alanlarını ve denizle etkileşim içinde olan kültürü destekleme yeteneğini devam ettirmeye imkan tanıyacaktır.
Bu bölümün başlığında sorduğum sorunun yanıtı çok kısa bir süre için daha evet; fakat uzun vadede hayır. Yeni balıkçılık yöntemlerine, yönetişim kabiliyetlerine ve hatta; yetiştirecek yeni türleri bulmaya ihtiyacımız olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder