Mavi Ekonomi, denizleri kullanımızı dönüştürmeye yardımcı olabilir

Deniz ekonomisi kavramı henüz yeni ortaya çıkmasına rağmen, ilk olarak 1999 yılında Kanada'nın St. Lawrence kentinde düzenlenen bir forumda gündeme geldi. Bir on yıl sonra Belçikalı ekonomist Gunter Pauli, 2010 yılında yayımlanan Mavi Ekonomi: 10 Yıl - 100 Yenilik - 100 Milyon İş adlı kitabında mavi ekonomi kavramını sistematik bir şekilde açıkladı.

2012 yılında Sürdürülebilir Kalkınma Üzerine Birleşmiş Milletler Konferansı'nda (UNCSD veya Rio+20) mavi ekonomi teşvik edildiğinde, mavi büyümenin geliştirilmesi, nihayet birçok ülke için bir hedef haline gelmeye başladı. Bu ülkeler, mavi ekonomisinin hem toplumsal ve ekonomik kalkınmanın hem gerekli hem de kaçınılmaz bir sonucu hem de bir itici gücü olduğunu fark ettiler.

Kalkınma süreci açısından mavi ekonomi, deniz ekonomisi ve kültürünün belli bir aşamaya ulaşmasıyla ortaya çıkan, deniz ekonomisinin gelişmiş bir aşamasıdır. Bu nedenle, mavi ekonomide yer alan çok yönlü fayda insan toplumlarının gelecekteki sürdürülebilir kalkınması için büyük önem taşıyor.

Mavi ekonomi, yüksek kaliteli ekonomik büyümeyi sağlayan bir motor görevi görür. Sadece deniz ticareti, nakliye, liman altyapısı ve balıkçılık gibi geleneksel denizcilik endüstrilerini değil, aynı zamanda ekosistem turizmi, derin deniz akuakültürü, biyoteknoloji, deniz enerjisi ve deniz tabanı madenciliği gibi denizlerdeki biyolojik ve cansız kaynakların sürdürülebilir kullanımını da içerir.

Deniz kaynaklarının geliştirilmesi ve denizcilik mühendisliği ekipmanları üretimi gibi teknolojilerdeki gelişmeler, petrol ve doğalgaz arama gibi geleneksel denizcilik endüstrilerinin ve balıkçılığın dönüşümünü teşvik ederek deniz ekonomisinin kapsayıcı büyümesine yol açacaktır. Aynı zamanda, akıllı deniz tarımı ve biyotıp gibi deniz sağlığı gibi yeni ortaya çıkan endüstrilerin entegre bir şekilde geliştirilmesi, deniz ekonomilerinin yüksek kalitede büyümesini sağlayacaktır.

Kavram ayrıca hem kara hem de deniz kaynaklarının optimal tahsisini vurgulamaktadır. Kara ve deniz bağlantısının kesişme noktası olarak stratejik değere sahip limanlar, mavi ekonominin gelişmesinde iç ve dış bağlantı için lider rol oynayacaktır. Ayrıca, mavi ekonomi, denizcilik sanayi zincirini sürdürülebilir hatlarda destekleme ve genişletmeye önem vermektedir.

Mavi ekonominin koruyucu ve dönüştürücü gücü

Mavi ekonomisinin toplumsal faydaları da vardır, çünkü sosyal istikrarı korumaya yardımcı olur. Sürdürülebilir kalkınma kavramıyla yönlendirilen mavi ekonomi, uluslararası ticaretin, küresel faktör akışlarının ve yüksek kaliteli ekonomik kalkınmanın teşvikinde önemli ekonomik öneme sahiptir.

Benzer şekilde, yeni ortaya çıkan endüstrilerin gelişmesiyle birlikte daha fazla iş yaratılacak, bu da işsizliğin azaltılmasına, yoksulluğun ortadan kaldırılmasına, sosyal kapsayıcılığın artırılmasına ve geçim kaynaklarının iyileştirilmesine yardımcı olacaktır. Daha da önemlisi, mavi ekonomi, düşük yatırım, yüksek getiri ve iyi istihdam olanakları ile yenilikçi projelerin geliştirilmesine elverişli olan döngüsel kalkınmayı vurgular.

Deniz ekosistemleri de bundan fayda sağlayacak. Mavi ekonominin gelişimi insan merkezli olmaktan ziyade biyoloji merkezlidir, kaynakların korunmasına önem verir ve deniz kaynaklarının sürdürülebilir kullanımını savunur. Deniz kaynaklarını sorumlu bir şekilde kullanma sürecinde, ortaya çıkan mavi ekonomi endüstrileri, deniz kaynaklarının verimli ve akılcı kullanımı yoluyla deniz ortamına verilen zararı azaltmada kilit rol oynayacaktır.

Deniz ekosistemlerinin bozulmasının önlenmesi ve iyileştirilmesi, okyanusun ve içinde yaşayan canlıların doğal afetlere karşı savunma yeteneklerinin artırılması amaçlanmaktadır. Bu hedefle uyumlu olarak, mavi ekonomi, dünya çapında taahhüt edilen sera gazı emisyonlarının azaltılması için önemli bir başlangıç noktası haline gelecektir. Ayrıca, deniz teknolojisi yenilikleri ve siyasi işbirliği, deniz ekosistemlerini koruma çabasına yardımcı olacaktır.

Denizler insan medeniyetinin uzun süredir taşıyıcısıdır ve mavi ekonominin işbirliği ve geliştirilmesi, küresel deniz yönetişimini ve işbirliğini teşvik etmek için önemli bir başlangıç noktası. İkili ve çok taraflı mekanizmalar altında küresel ve bölgesel mavi ekonomi işbirliğinin teşvik edilmesi, ülkelerin çevre kaynaklarını optimize ederken denizcilik, ekonomik, diplomatik ve siyasi açıdan çeşitlendirilmiş işbirliğini güçlendirmelerine yardımcı olmakla kalmayacak, aynı zamanda uluslararası toplumun işbirliği kuralları oluşturmasına, bir işbirliği sistemi kurmasına, bir işbirliği çerçevesi oluşturmasına, siyasi karşılıklı güveni artırmasına ve küresel okyanus yönetişim sistemlerinin iyileştirilmesini teşvik etmesine de yardımcı olacak.

Mavi ekonomi işbirliği, hem küresel hem de bölgesel düzeyde ortak bir deniz medeniyeti anlayışının gelişmesine ve deniz kültür mirasının korunmasına öncülük edecek. Bu kavram, kazan-kazan işbirliğini ve tüm uluslar için karşılıklı yararlanmayı vurguluyor. Daha da önemlisi, mavi ekonomi, Ortak geleceğe sahip deniz toplumu mottosu temelinde deniz ekolojik medeniyetinin inşasını teşvik eden ortak bir deniz kültürünün şekillenmesine yardımcı olacak...

Kaynak: sustainability-times.com

Yüksek omega-3 içeriği ile, deniz ürünlerinden sağladığınız faydayı arttıracak 6 yemek

Deniz ürünleri, sadece lezzetli birer seçenek olmanın ötesinde, sağlıklı bir beslenme planının da önemli birer parçası. Doğadan gelen bu besinler, protein, vitamin ve mineraller açısından oldukça da zenginler ve özellikle omega-3 yağ asitleri bakımından muhteviyatları, deniz ürünlerini sağlıklı bir yaşamın vazgeçilmezleri arasına sokmaktadır.

Deniz mahsüllerini pek çok formda tüketiyoruz; bunlar arasında buharda pişirme, ızgara yapma ve haşlama gibi metodlar var ve bunlar, bu metodlarla pişirmeye uygun deniz mahsülleriyle en iyi sonucu veriyor. Şimdi kısaca deniz mahsüllerinden daha fazla fayda sağlamak için harika 6 yemeğe göz atalım.

Miso somon

Somon tatlı tatlarla arası iyi olan bir balık. Burada Japon tarzında glazelenmiş balla karamelize edilmiş bir parça somonu pirinç ve biraz fasülye ile görüyoruz. Biz genellikle fasülyeyi tencerey yemeği olarak yemeye sıcak baksak da, dünyanın farklı mutfaklarında haşlanmış formu da sofralara geliyor.

Domatesli hamsili makarna

Makarna kendine has tüketici kitlesi olan özel bir yiyecek. Bu tarifte makarnanın içinde biraz hamsi var. Hamsiyi isterseniz kızarttırktan sonra isterseniz de füme formunda ekleyebilirsiniz. Hamsi omega-3 yağ asitleri yönünden oldukça zengin bir balık. Bu nedenle makarnanız daha da besleyici olacak.

Fırında uskumru

Uskumru veya muadilleri Türkiye'deki balık pazarlarında da bulunan önemli balıklardan. Palamut ve ton balığı ile uzaktan akraba olan uskumru balığı, Akdeniz tipi beslenmede kendine oldukça sık yer bulan sağlıklı bir seçenek.


Acı soslu ve limonlu alabalık

Alabalık, Türkiye'deki iç sularda yetiştiriciliği en yaygın şekilde yapılan balık ve ülke olarak iyi olduğumuz başlıca alanlardan biri. Alabalık, beyaz etli ve besleyici bir balık. Filetosunun üstüne biraz acı sos ve yanına da ekşi ile tadını seveceksiniz.


Sardalya sandiviçi

Bazen hamsi ile karıştırılan Sardalya, yağlı bir balık olması nedeniyle oldukça lezzetli ve besleyici bir balık. İşlemeye de yatkın olan sardalya, konserve yada tütsülenmiş haliyle de marketlerde yaygın şekilde bulunabilen bir balık. Siz de hafif bir atıştırmalık yada sağlıklı bir akşam yemeği alterantifi olarak biraz işlenmiş sardalya üzerine kırmızı soğan ve yanına yeşillik düşünebilirsiniz.

Kıtır nori içinde somon

Suşi ile arası iyi olanlar suşinin etrafına sarılan deniz yosunundan haberdardır. Biraz su yosununun içine kıyma haline getirilmiş yada tütsülenerek yaprak halinde kesilmiş somon koyarak bu farklı sushinin tadını çıkarabilirsiniz. Somon etini çiğ yemek zorunda değilsiniz, fırınlayarak hem yosunu çıtır çıtır yapabilir hem de somonu pişirebilirsiniz.

Kaynak: cleanplates.com

Bağlı su altı teknolojisi denizlerin korunmasını daha iyi bir yere taşıyacak

Elektronik etiketler taşıyan, gerçek zamanlı verileri bilim insanların laboratuvarlarına gönderenfokları hayal edin; ya da belirli bir nedenle giriş çıkışın kontrol altına tutulması gereken bir batığa bir dalgıcın izinsiz şekilde girdiğinde arkeologları otomatik olarak uyaran sistemler.

Bu tür veri akışlarının yada bilgilendirme sistemleri, dünya denizlerini izlemeye ve korumaya yardımcı olmak konusunda iyi bir potansiyel taşıyan, bağlantılı deniz altı teknolojilerinin bir sonucu olarak mümkün hale geliyor. Bunun yanında deniz altına dair yeni gizemleri de aydınlatabilir.

Aşmak gereken yeni sınırlar ve bu sınırların ötesindeki bilinmeyenler

Avrupa Birliği tarafından finanse edilen TEUTA projesinin inovasyon ortağı Vladimir Djapic, Uzay araştıran şirket ve kurumlara çok fazla fon sağlandı, ancak çevremizde keşfetmediğimiz okyanuslar var diyor.

Denizaltı Nesnelerinin İnterneti veya kısaltılmış ismiyle IoUT, akıllı telefonlardan ev iklimlendirmesini kontrol etmeye imkan tanıyan cihazları kapsayan Nesnelerin İnterneti - IoT'nin aksine denizde iletişimi kolaylaştırmak için akıllı, birbiriyle bağlantılı sensörler ve cihazlardan oluşan bir ağ.


TEUTA, Ekim 2020'den Mart 2022'ye kadar çalıştı. Hırvatistan merkezli H20 Robotics şirketinin, hafif, düşük maliyetli akustik cihazlar ve deniz altı kablosuz ağlar için robot platformlar geliştirmesine ve satmasına yardımcı oldu.

Önceden sınırlı sayıda deniz altı ağı kurulumu yaptık, sadece sınırlı kıyı alanları keşfedebiliyorduk dedi, Zagreb merkezli H20 Robotics'in CEO'su olan Djapic.

Denizaltı teknolojilerindeki ilerlemelerin, deniz biyolojisi, çevresel izleme, inşaat ve jeoloji gibi birçok sektörü dönüştürmesi bekleniyor.

Su altından anlık veri toplayabilmek ve daha verimli iletişim yöntemlerini inşa etmek

TEUTA, balinaların ve yunusların iletişim şeklini taklit eden akustik teknolojisini geliştirdi. Bu akustik dalgalar, radyo veya optik iletişim dalgalarından farklı olarak, karanlık veya açık olmasına bakılmaksızın su altında uzun mesafeler kat ediyor.

Sualtı alanına kurulan uzak sensörler, ölçüm araçları, tespit sistemleri veya kameralar verileri toplayıp yüzeydeki bir şamandıraya gönderir. Şamandıra ise iletişim kablolarına ihtiyaç duymadan bilgiyi bulut aracılığıyla kablosuz olarak üsse gönderiyor.

Djapic'e göre odaklanılan alanlardan biri dalgıçlar ve karada yaşayan meslektaşlar arasındaki iletişimi geliştirmek.

Djapic, Örneğin, su altı inşaatında çalışan bir dalgıç, amirine mesaj göndererek ek yardım, alet veya benzeri taleplerde bulunabilir dedi.

Bilim insanları ayrıca, örneğin deniz tabanına kurulu bir su kalitesi ölçüm cihazını laboratuvarlarından uzaktan açabilme olanağından da faydalanacaklar. Arkeologlar da bu teknolojiyi, uzak konumlarda kurulu davetsiz misafirleri tespit etme teknolojisiyle savunmasız su altı alanlarının korunmasına yardımcı olmak için kullanabilirler.

Bunun yanında TEUTA teknolojisi, üç pilot bölgede su altı kültürel mirasının belgelenmesini ve korunmasını iyileştirmeyi amaçlayan AB destekli bir başka proje olan TECTONIC'i destekleyecek. Bu alanlar arasında güney İtalya'daki Capo Rizzuto Deniz Koruma Alanı, Yunanistan'ın Saronik Körfezi'ndeki batık antik Aegina limanı ve Arjantin'deki Deseado halicindeki bir gemi enkazı alanı yer alıyor.

Djapic'e göre su altı tarımı veya madencilik gibi başka olasılıklar da ortaya çıkabilir.

Su kalitesini izleyen kamu kurumları veya sivil toplum kuruluşları için teknoloji, araştırmacıların fiziksel olarak numune toplama ve bunları laboratuvara teslim etme ihtiyacının yerini alabilir.

TEUTA, yeni gelişen su altı iletişim teknolojilerine destek verirken, bunların pazarlanması ve daha yaygın şekilde kullanılmasını sağlamak için daha fazla çalışma yapılması gerekiyor.

Her şeyin analiz edilmesi gerekiyor diyor Djapic. Teknolojimiz çevresel parametrelerin ölçülmesine olanak sağlıyor.

Daha fazla sensör ve örnekleyici ile zorlukların üstesinden gelmek ve izleme maliyetlerini düşürmek mümkün olabilir.

Bu arada İtalya'da bir araştırmacı ekibi, mevcut gözlemevleri ve platformlara entegre edilebilecek sensörler ve örnekleyiciler kullanarak okyanus verilerinin toplanmasına yönelik yeni bir yaklaşım izliyor.

Bu, örneğin Şubat 2022'de açıklanan, önerilen European Digital Twin of the Ocean için yararlı olan çok miktarda bilginin toplanmasını sağlayacak. İkiz, okyanusun hem tarihsel hem de canlı verileri entegre eden gerçek zamanlı bir dijital kopyası olacak.

AB tarafından finanse edilen NAUTILOS projesi, yeni nesil deniz teknolojileri geliştirerek daha önce erişilemeyen bilgileri toplayacak ve okyanuslardaki fiziksel, kimyasal ve biyolojik değişikliklerin anlaşılmasını geliştirecek.

Eylül 2024'e kadar dört yıl sürecek olan proje, Roma merkezli Ulusal Araştırma Konseyi'nden Gabriele Pieri tarafından koordine ediliyor.

Pieri, Teklifimiz okyanusların gözlemlenmesindeki bir boşluğu doldurmayı amaçlıyordu dedi. Bunlar dünyadaki en büyük habitatlardır, ancak yerinde gözlem zorlukları ve izleme maliyetleri nedeniyle en az gözlemlenenlerdir.

NAUTILOS teknolojisi halihazırda Ege ve Adriyatik dahil Baltık ve Akdeniz'de test ediliyor.

Sensörler örneğin sudaki klorofil-A ve çözünmüş oksijen seviyelerini ölçebilir. Bunlar su kalitesinin ve buna bağlı olarak balık varlığının önemli göstergeleridir ve stokların korunmasına yardımcı olur.

Sudaki mikroplastiklerin konsantrasyonu hakkında bilgi toplayan sensörler ve örnekleyiciler aynı zamanda insan kaynaklı kirliliğin okyanuslar üzerindeki etkisinin anlaşılmasını da genişletiyor.

Bilimsel araştırmalarda sıra dışı ortaklar

NAUTILOS ortaklarından biri olan Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS), bazı beklenmedik takım arkadaşlarını işe aldı bile: foklar.

Arjantin'deki Valdes Yarımadası açıklarında yüzen bu deniz canlıları, hayvanların kendileri ve yaşam alanları hakkında değerli verileri kaydeden sensörlerle etiketlendi.

Araştırma kurumları ve şirketlerden oluşan NAUTILOS ekibi bir düzineden fazla sensör ve örnekleyici türü geliştiriyor. Bunlar uzaktan algılama teknolojilerini ve mikroplastik dedektörleri içerir.

Proje, yeni araçların mevcut ve gelecekteki platformlarla çalışabileceğini ve bunlar arasında kolayca geçiş yapılabileceğini göstermeyi amaçlıyor. Aletler nispeten ucuz, hızla kurulabilir ve diğer ekipmanlarla birlikte çalışarak avantaj sağlar. Örneğin, bir sensör otonom bir su altı aracına monte edilip daha sonra sabit bir şamandıraya taşınabilir.

Vatandaş bilimi, örneğin okyanus plastikleri etrafında kampanyalar düzenleyen gönüllülerin yanı sıra üyelerinin yeni teknolojileri test edebildiği ve geri bildirimde bulunabildiği tüplü dalış dernekleriyle çalışan NAUTILOS'un önemli bir parçası.

Ekip ayrıca dalgıçların araştırmacılar tarafından değerlendirilebilecek su altı florası veya faunasının fotoğraflarını yüklemeleri için bir akıllı telefon uygulaması da geliştirdi.Pieri, Vatandaş bilimine olan ilgi beni gerçekten şaşırttı dedi. Birçok insan denizdeki yaşamın iyileştirilmesine yardımcı olmaya istekli.

Kaynak: The EU Research & Innovation Magazine -  Horizon

 

En popüler tatlı su akvaryumu balıkları hangileri?

Tuzlu su akvaryumlarıyla kıyasladığımızda, tatlı su akvaryumlarının kullanım alanı daha fazla. Bunun temel nedenleri arasında tatlı su akvaryumunun tuzlu suya göre bakımının daha kolay olması, içinde beslenen türlerin daha yaygın şekilde bulunabilmesi ve türlerin tuzlu su türlerine göre ekstrem koşullarına göre daha dayanıklı olması sayılabilir.

İşte tatlı su akvaryumlarında en yaygın şekilde beslenen balıklar.

Oskar (Astronotus ocellatus), tatlı su akvaryum balıkları ekosistemi içinde en yetiştiriciliği en fazla yapılan türlerin başında geliyor. Bu balık Güney Amerika’nın büyük çiklidlerinden. Oldukça zeki, kişilikli ve iştahlı bir balık. Minimum 340 - 350 litrelik tanklarda yaşamaya uygun. Bu da nereden baksanız 1.5 metre uzunluğunda, 60 cm genişliğinde ve 40 cm yüksekliğinde bir tanka tekabul ediyor.

Kırmızı kuyruklu köpekbalığı (Epalzeorhyncus bicolor) akvaryumdaki bir diğer popüler balık. Bölgesel sahiplenme davranışı nedeniyle halka yönelik akvaryumlarda tercih edilme sebebi. Tuzlu su balıkları içinde Kraliyet gramması’nı saymıştım, bu da ona benzer şekilde iki renkli. Fakat gövdesi siyah renkli ve kuyruğu kırmızı. 200 lt civarındaki akvaryumlarda rahatlıkla beslenebiliyor. Bu arada, ismi sizi yanıtlmasın, bu balığın yalnızca ismi köpekbalığı olarak geçiyor, balık taksonomik olarak sazangillerden.

Gümüş arowana (Osteoglossum bicirrhosum) balığının takma adı ejderha balık. Gerçekten çok büyüyebiliyor ve bu balık için 800 lt civarında olması tavsiye ediliyor. Balığın parıldayan pulları bazı bölgelerde kültürel popülaritesini arttırıyor.

Amazon yelkenli yayın balığı, bizim yaygın şekilde bildiğimiz ismiyle Vatoz, yada kaplan vatozu. Bir başka ismi de zırhlı yayın balığı. Adından anlaşılabileceği gibi Amazon’dan geliyor. Pterygoplichthys pardalis ve Ancistrus temuispinis gibi popüler türleri akvaryumlardaki popüler yosun tüketicileri. Bu altına saklanabilecek dal parçacıkları yada kaya oyuntuları ister. Zor şartlara dayanıklı bir balıktır.

Discus balığı (Symphysodon discus)

Diske benzeyen yassı gövdesiyle ve geniş spektumda göz alıcı renkleriyle akvaryumların gözdesidir. Latin Amerika'nın sığ sularından gelen bu narin canlılar, sakin ve zarif tavırlarıyla akvaryumlara huzur katar. 15 - 20 cm boyutlarındaki bu balığın renkleri arasında kırmızı, mavi, turuncu ve yeşil gibi pek çok renk ve bu renklerin ara tonları bulunur. Ortalama yaşam süresi 10-15 yıl olan bu balıkların tercih ettiği su sıcaklığı 25-30 °C arasındadır ve yumuşak sularda yaşarlar. Discus balıkları yüksek kaliteli suları sever ve canlı yemlerle yada kaliteli granüllerle beslenir. Geniş ve bitkili akvaryumlarda iyi yaşarlar.

Son olarak, küçük, orta yada büyük ölçekteki herhangi bir akvaryumda karşınıza çıkabilecek olan Japon balığı (Carassius auratus) var. Bunu biz japon diye biliyoruz ama aslında altınbalık olarak biliniyor ve evcilleştirilen ilk balık olduğu ricaey ediliyor. Çok farklı renkleri ve türleri var, hatta havuzlarda yaşayan Koi balıkları da bu balıklarla akraba.


En popüler tuzlu su akvaryumu balıkları hangileri?

Tuzlu su akvaryumlarında tutulmak için yetiştiriciliği yapılan en yaygın balıkların başında bizim “Kayıp Balık Nemo” filminden de bildiğimiz ikonik turuncu balık olan Palyaço balığı (Amphiprion ocellaris) var. Bu balık yakalaması ve yetiştirilmesi oldukça kolay olan balıklardan.

Alev Meleği (Centropyge loriculus) ise bir diğer önemli ve yaygın tuzlu akvaryum balığı türü. Çok dikkat çekici turuncu renkli ve üstünde mavi desenleri var, oldukça zarif ve barışçıl bir balık. Bu balığın yetiştiriciliği için büyük tanklar ve yaşayan kayalara ihtiyaç var.

Limon yelkeni (Zebrasoma flavescens), bir diğer popüler tuzlu su akvaryum balığı. Bu balık oldukça parlak sarı renkli ve dikkat çekici. Genellikle yosunca zengin sularda bulunur ve içine dahil edildiği akvaryumlara değer katar. Bu bölgesel olabilir ve geniş tanklarda yaşamayı sever.

Benekli cerrah balığı (Ctenochaetus strigosus) bir diğer önemli tuzlu su akvaryumu türü. Bu balık otçul olduğundan tankın içindeki alglerin büyümesini kontrol altında tutmak için ideal seçimlerden biridir. Limon yelkeninden daha küçük ve daha az agresif bir balıktır. Eğer Limon yelkenini tutabilecek kadar büyük bir tank hacminiz yoksa benekli cerrah balığını tercih edebilirsiniz.

Tebeşir levreği (Serranus tortugarum), içinde orfozların da yer aldığı Serranidae ailesinden geliyor. Bu uysal ve oldukça barışçıl bir balık. Her ne kadar diğer balıklar kadar renkli olmasa da ilginç kişiliği ve sevimli dış görünüşüyle genellikle halk akvaryumları için ilk tercih edilenler arasında.

Kraliyet gramması olarak da bilinen Peri Baslet (Gramma loreto), pembe ve sarı renkleriyle oldukça dikkat çekici bir balık, bu balık akvaryuma dahil edildiğinde akvaryuma canlılık ve hareket katıyorlar. Nano tanklar için  çok uygunlar.

Ateş gobi (Nemateleotris magnifica) küçük ve kırmızılı bir balık ve pico tanklarda tutmak için ideal türlerden biri. Barışçıl ve sakin bir balık ve canlı renkleriyle, akvaryumların içinde gerçekten dikkat çekiciler.

Banggai kardinal balığı (Pterapogon kauderni) gerek vücut şekliyle gerekse ilginç üreme metoduyla kendine has bir hedef kitlesi olan bir balık. Uzun yüzgeçleri ve kuyruğu ile geleneksel balık algısının dışında kalıyor ve beyaz üzerine siyah bantlarıyla dikkat çekiyor. Bu balığı ilginç kılan şey ise erkek bireylerin yumurtaları ağzında taşıyor olması.

Yeşil kromis (Chromis viridis), tıpkı Tebeşir levreği gibi halka yönelik akvaryumlarda tutulan, gümüşi yeşil renkli ve sürü halinde olduklarında içinde tutulduğu akvaryumun içinde ilgi çeken bir balık. Tipik şekilde diğer balıklar gibi barışçıl. Zor koşullara karşı dayanıklı olması da akvaryumlar için tercih edilmesinin nedenleri arasında.

Mandarin gobi (Synchiropus splendidus) oldukça renkli ve dikkat çekici bir başka balık. Diğer balık türleriyle kıyaslandığında bakımı biraz daha zor gibi görünse de iyi ve sağlıklı görüntü elde etmeye değer bir çaba. Mandarin gobinin tutulduğu tankın iyi koşullarda olması, canlı kayalarla desteklenmesi ve balığın da canlı yemle beslenmesi gerekir.

Süs balıkçılığını gözden kaçırıyor muyuz?

Süs balıkçılığı, gıda olarak tüketilmek üzere yetiştirilmiş balıkların dışında, kendi büyüklüğü ile önemli bir iş kolu olup, özellikle deniz süs balıkları yetiştiriciliği yaklaşık $5B bir hacme sahiptir. Su bitkilerini işin içine kattığınızda ise bu hacim düşündüğünüzden daha fazlasına tekabul ediyor.

Genellikle beslenme ve protein ihtiyacının karşılanmasına odaklandığımız su ürünleri sektöründe, süs balıkçılığı için yetiştiricilik göreceli olarak çok fazla ilgi görmeyen fakat bunun aksine çok önemli bir iş kolu. Burası akvaryum balıkları, su bitkileri, mercanlar ve akvaryumda yetiştirmeye uygun olan yumuşakçaların yetiştirilmesini kapsayan ve çevre koşullarından çok az etkilenerek yaklaşık 70 yıldır sessizce ilerleyen bir iş kolu.

Süs balıkçılığı, en az deniz balıklarının yetiştiriciliği kadar önemli. Çünkü yaklaşık 1000 tatlı su balığı akvaryumlarda beslenebiliyor bunlar ticari mal olarak değerlendiriliyor. Bu balıkların %90'ının yetiştiricilikten geldiğini söylemek yanlış olmaz.

Bu balıkların üretim kaynaklarına baktığımızda, tıpkı tüketilebilir bir su ürünü olan karides gibi Avrupa'nın jeolojik konumuna göre Uzakdoğu ülkeleri olan Çin, Singapur, Endonezya ve Hindistan'ın başı çektiğini görüyoruz, ancak coğrafi konumu nedeniyle akvaryum balıkları, Afrika ve Güney Amerika'dan (özellikle Piranha gibi türler) avcılık ve su ürünleri yetiştiriciliği yoluyla tüm dünyaya tedarik edilmekte.

Çiftliklerde yapılan yetiştiricilik pazarı da göreceli olarak yeni bir metod sayılabilecek olan doku kültürü ürünleriyle büyüyor. Sektör, bazı tatlı su türlerinin yanı sıra birçok farklı özelliğe sahip balıkları da üretiyor.

Deniz süs balıkları yetiştiriciliği, tatlı su türlerine göre nispeten az sayıda çiftlikte ve yaklaşık 100 kadar farklı türü kapsamakta.. Endonezya gibi Güney Asya ülkelerinden ve Filipinler, Fiji, Vanuatu gibi bazı Pasifik ada ülkelerinden yakalanan 1.800'ün üzerinde de yabani tür bulunuyor. Bu sayıyı, okyanuslardan uzaklarda yetiştirilen yaklaşık 150 mercan türü takip ederken, yabani türlerin sayısı da artıyor. Akvaryumlarda bakımı giderek daha popüler hale gelen yakalanan yumuşakçaların sayısı ise 700 kadar, ancak çok azı kontrollü koşullar altında kültüre alınmakta ve üretimleri gerçekleştirilmekte.

Akvaryumda balık yetiştirmek söz konusu olduğunda önümüze pek çok seçenek çıkar ve bu balıkların seçimi biraz da bütçeye, imkanlara, su bulunabilirliğine ve talebe göre değilir. Tuzlu su ve tatlı sularda yaşayan onlarca farklı balık türü olmakla birlikte, bunların içinden bazıları diğerlerinin arasından sıyrılarak öne çıkar ve akvaryumlar tutulmak üzere yaygın şekilde yetiştirilir.

Süs balığı yetiştiriciliği kuluçkahanede başlar ve orada biter.

Tüketilebilir su ürünleri yetiştiriciliği hakkında konuştuğumuzda, politika ve süreç yönetimleri tesisten tesise yada hedeflenen amaca yönelik değişiklik gösterebilmekle birlikte; tesisler genellikle kuluçkahane, yetiştirme, yetiştirme, kafesler/göletler ve işleme bölümlerinden oluşur. Süs balığı yetiştiriciliğinde ise tüm süreç, balıkların yumurtalarının döllendirildiği kuluçkahanede başlar ve biter. Bu nitelik, süs su ürünleri yetiştiriciliğinin daha az sermaye ve işletme gideri ile karakterize edildiği ve büyük ölçekli mali kayıp riskinin daha az olduğu anlamına gelir.

Süs balığı yetiştiriciliğinde kullanılan yemin maliyeti de tüketim balığı yetiştiriciliğine göre daha azdır. Tüketimlik balık yetiştiriciliğinde de yem çok büyük bir maliyet kalemi olarak hep hesap edilir. Bugün herhangi bir akvaryumda gördüğünüz birçok balık, ortalama 6 ay içerisinde 2 – 5 cm büyüklüğe ulaşarak rahatlıkla satılabilmektedir.

Tatlı su süs balığı türlerine göre 10 kata kadar daha fazla kazanç.

Süs balığı yetiştiriciliğinin, genel su ürünleri yetiştiriciliği içinde kazanç bakımından oldukça önemli ve dikkate değer bir yerde olduğundan bahsetmiştim. Bu kategori içinde de bazı sıralamalar yapmamız mümkün.

Tatlı suda yaşayan süs balıklarının yetiştiriciliği göreceli olarak daha kolay ve basit bir başlangıç kitiyle sağlanabiliyor., Tuzlu su türlerinin yetiştiriciliğine başlamak içinse kitleriniz daha farklı ve tatlı suya göre karmaşık kaçıyor, dolayısıyla sermayesi de tatlı suya göre daha yüksek. Ayrıa teknik uzmanlık bilgisi ile deneyim ve beceri konusunda da biraz daha birikim gerektiriyor. Bunlara bağlı olarak tuzlu su akvaryumlarının kurulum, bakım ve işletmelerinden elde edilen kazanç da daha fazla oluyor, kaldı ki bunların içindeki balıkların fiyatları da tatlı su türlerine göre daha yüksekte kalıyor.

Rus isimli bir Amerikan havyar üreticisi nasıl sürdürülebilir mersin yetiştiriciliğinde öncü oldu?

Tsar Nicoulai (Çar Nikolay) Çiftliği, sürdürülebilir su ürünleri yetiştiriciliğinin geleceğini yeniden şekillendiren Sterling Caviar ve The Fishery Inc.'in de aralarında bulunduğu öncü mersin balığı yetiştiricilerinin bir parçasıdır. UC Davis'te su ürünleri yetiştiriciliği uzmanı ve yardımcı doçent olan Jackson Gross'a göre, Sacramento County'deki bu çiftlikler Amerika Birleşik Devletleri'nde üretilen havyarın yaklaşık %90'ını sağlıyor.

Bu miktar küresel pazarın nispeten küçük bir kısmını oluştursada, AB balıkçılık raporuna göre ABD, 2018 yılında küresel olarak üretilen 380 ton havyarın yaklaşık 18'ini sağladı. Bunun yanında Amerikalı üreticinin fiyatları karşılaştırılabilir ancak biraz daha düşük: Çar Nikolay havyarı ons başına $55 - 400 dolar arasında seyrederken, Rus havyarının ons başına yaklaşık $80 - 800 dolar arasında olduğu ve nadir türlerden gelen havyarlarda dört rakamlı fiyatlarda hakim olduğu görülüyor.

Ancak Kaliforniya'daki bu tedarikçiler, yakındaki nehirlerde kendi halinde yüzen ve yaşamaya devam eden yabani mersin balığı popülasyonunu korurken, yavaş yavaş ve bilinçli bir şekilde havyar endüstrisini dönüştürüyor.

Örneğin Çar Nikolay'daki güneş panelleri yaklaşık 50.000 mersinbalığı barındıran balık tanklarını soğutmak için güneş ışığını güce; balıkların dışkıları ise gübreye dönüştürülüyor. Daha az su kullanmak için yeni sistemler geliştiriyorlar ve balığın daha fazla kısmını kullanmanın yeni yollarını buluyorlar.

Gross, Beyaz mersinbalığının yetiştirilmesi, Kuzey Amerika'da kimsenin hakkında pek fazla konuşmadığı en büyük koruma başarı öykülerinden biridir diyor.

Peki, kulağa Rus gibi gelen bu havyar üreticisi buraya nasıl geldi?

Çar Nikolay aslında ABD'li. İsveçli bir çiftin San Francisco'da kurduğu şirketin pazarlama başarısı. California Sunshine, Inc. ismiyle başladılar fakat pek ilgi görmeyince markayı "Tsar Nicoulai" olarak değiştirdiler.

Mats ve Dafne Engstrom, 1980'lerde deltanın yabani mersinbalığını merak etmeye başlamışlardı. Havyarın Rusya veya İran yerine Kaliforniya'dan gelmesi fikri onları büyüledi. Mersin balığı yetiştiriciliği hareketi daha yeni başlıyordu; Sterling'in selefi 1983 yılında Wilton'da mersin balığı üretimine başlamıştı. İlham alan Engstrom'lar, 1984 yılında, Rus doğumlu UC Davis bilim insanı ve Mersin balığı yetiştiriciliğinin babası olarak anılan Serge Doroshov'un yardımıyla aynı kasabada bir çiftlik açmaya karar verdiler.

Doroshov'un araştırması, ortalama ~122 ila ~183 cm uzunluğunda ve olgunlaştığında ~37 ila ~50 kg olan ancak ~610 cm uzunluğa kadar büyüyebilen bu devasa balıkların, çiftlik ortamında vahşi ortama göre çok daha hızlı olgunluğa ulaşabildiğini buldu, bu oran yıllar geçtikçe hızlandı. Günümüzde, çiftlikteki mersin balıklarının ortalama üreme yaşı, yaban mersin balıklarında görülen 24 yıla kıyasla 6 yıl. Bu değişim, mersin balıklarının beslenme düzenlerini, oksijen seviyelerini ve su sıcaklıklarını optimize eden yetiştiriciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Gross, nesiller boyunca daha hızlı üreyen mersin balıkları, yetiştirilen mersin balığı popülasyonunun genelinde daha büyük bir oranı oluşturmaya başladı diyor.

Ali ve Marai Bolourchi’nin sahipliğindeki balık üretim tesisinde, tanklar sadece güneşten değil, tankları aynı zamanda bir ziyafet için mükemmel bir yer olarak gören şahinlerden de korunuyor. Havuzlarda binlerce fingerling yani yavru haldeki mersin balığı yüzüyor. Yaklaşık on iki kişilik ekip, mersin balıklarının her gelişim aşamasında onlarla ilgilenmek için tesis içinde yaşıyor. Bu görev, oksijen seviyeleri veya sıcaklıklar değişmeye başlarsa akıllı telefon uyarıları gönderen tank teknolojisiyle destekleniyor.

Üçgen çıkıntılardan veya pullardan oluşan zırhlarıyla mersin balıkları sadece tarih öncesinden günümüze gelmeyi başarmış modern fosiller gibi görünmüyor. ABD Balık ve Vahşi Yaşam Servisine göre, bu türün geçmişi 200 milyon yıl öncesine yani dinozorların zamanına kadar uzanıyor. Ancak yaban mersin balıkları, günümüzün değişen dünyasında pek çok diğer tür gibi zorluk çekiyor.

Geçen yaz Delta, San Francisco ve San Pablo Körfezleri’nde büyük bir kırmızı alg patlaması sırasında yüzlerce mersin balığı öldü ve kıyıya vurdu. Bu, Körfez Bölgesi haliçlerinde kaydedilen en büyük mersin balığı ölümlerinden biriydi. Ancak Wilton çiftliğindeki balıklar bu tür tehlikelere karşı da korunuyor. Çiftlik, balık tanklarından çıkan suyu temizlemeye yardımcı olan kapalı devre bir su sistemi kullanıyor. Bu yan ürünler nitrojen ve diğer besinler açısından zengin olduğundan, çiftlik onlarca yıldır bu suyu su sümbüllerinin yetiştirildiği göllere gönderiyor. Buna karşılık bitkiler atık suyu emerek suyu balık tanklarına geri döndürüyor.

Ali Bolourchi, Bunlar temelde doğanın organik biyofiltresi diyor.



Bolourchi ve ekibi, son sekiz yıldır su ve enerji tasarrufu da dahil olmak üzere çeşitli alanlarda sürdürülebilirliği artırmak ve kendilerine Whole Foods'tan 2018 yılında çevresel koruma ödülü kazandıran güneş enerjisiyle kendi kendine yetme konusundaki çalışmalara yöneldi.

Aynı yıl, David Agus ve Oracle'ın kurucu ortağı Larry Ellison'ın Sensei Çiftlikleri ile uzun vadeli bir ortaklık kuruldu ve bu besin açısından zengin balık tankı suyu kullanılarak ürün yetiştirilmeye başlandı. O zamandan beri Bolourchi, 15 Eylül'de test edilmeye başlanacak yeni bir balık tankı türüne yatırım yaptı. Bu tank, balık atıklarını doğrudan gübreye dönüştürecek.

Hasat zamanı geldiğinde, her yıl 750 ila 1250 mersin balığı, tesiste bulunan fümeviye ve steril, soğuk odalara alınır. Burada odak, balığın mümkün olduğunca çoğunu kullanarak israfı en aza indirmektir. Burada mersin balığı yalnızca havyar için değil füme ve pate de dahil olmak üzere daha fazlası için kullanılır. Bunlar yerel pazarlara ve Marai Bolourchi'nin bal ile, vanilya kreması ve golden osetra havyarı ile eşleştirilmiş mısır ekmeği madelene gibi yemekler servis ettiği San Francisco Feribot İskelesi'ndeki Havyar Kafe'ye gönderilir.

Yüksek teknoloji kullanımı gençleri tarım ve hayvancılıkta çalışmaya teşvik edebilir

Kapalı devrede devirdaim yapan su ürünleri yetiştiriciliği ve akuaponik su ürünleri yetiştiriciliği gibi teknolojiye dayalı gıda üretimindeki büyüme, gençleri tarım iş gücüne geri getirebilir.

Mississippi Eyalet Üniversitesi Yaban Hayatı, Balıkçılık ve Su Ürünleri Yetiştiriciliği Bölümü Emeritus Profesörü Dr.Louis R. D'Abramo, özellikle Kuzey Amerika'daki gençlerin, kırsal yaşamın dışındaki meslektaşlarının aksine genellikle kırsal yaşamı çekici bulmadıkları için geçerli olduğunu belirtti. 

Bu durum her ne kadar Amerika için tanımlanmış olsa da, Türkiye'deki gençlerin de özellikle kırsal kesimde yaşama ve orada iş yapmak konusunda pek istekli olduklarını söyleyemeyiz. Kırsaldaki erişim, lojistik ve iletişim gibi başlıca sorunlar gençleri şehirlerden uzaklaşmak konusunda isteksiz kılıyor olabilir.

Uluslararası öğrencileri dört yıllık lisansüstü programlara çekmek zor değil çünkü çoğu durumda, ekonomiye önemli ölçüde katkıda bulunan gelişmiş su ürünleri yetiştiriciliği endüstrilerine sahip ülkelerden geliyorlar ve sektörde çalışmaya istekli birçok kişi farklı yaşam tarzlarına sahip ve genellikle kırsal alanlarda yaşıyor diyor D'Abramo.

Çoğu çiftliğin bulunduğu uzak bir ortamda çalışmaya yönelik isteksizlik, Kanada'da su ürünleri yetiştiriciliği iş gücünü cezbetme ve elde tutmada önemli bir zorluk olarak yankılanıyor. Kanada Tarım İnsan Kaynakları Konseyi'nin "İşgücü Piyasası Tahmini 2029" raporu, bunun endüstrinin genişlemesini geciktirebileceğini veya engelleyebileceğini söylüyor.

Gençlerin çiftlik işlerinden uzaklaşması, yaklaşık bir nesildir devam ediyor, ancak su ürünleri yetiştiriciliğinin özellikle "kontrollü çevre tarımı" olarak adlandırılan alanlardaki genişlemesi biraz rahatlama sağlayabilir.

Gıda üretim sistemleri daha teknolojiye dayalı hale geldikçe ve çiftlik alanlarının şehir merkezlerine daha yakınlaşmasına izin verdikçe, çeşitli disiplinleri okuyan daha fazla genç insan buna dahil olmaya ikna edilebilir.

İşletme geçmişi olan kişilere, büyük olasılıkla su ürünleri yetiştiriciliği işletmeciliğine ağırlık veren bir MBA kazanmış kişilere ve iki yıllık bir kolejden önlisans derecesi ile özel olarak eğitilmiş ve mezun olan kişilere ihtiyaç duyulacaktır diyor D'Abramo.

Virginia Deniz Ürünleri Tarım Araştırma ve Genişletme Merkezi Direktörü Dr. Michael Schwarz, kontrollü çevre tarım şemsiyesi altında daha hızlı büyüyen segmentin akuaponi olduğunu söylüyor. Büyümesini çiftlik çiftlikleri değil, ticari ölçekli üreticiler yönlendiriyor, diyor.

Endüstriden ve yatırımcılardan ipucunu alan Virginia Tech’in yeni SmartFarm İnovasyon Ağı, odak noktasının SmartFarm teknolojileri olduğu bir Kontrollü Çevresel Tarım İnovasyon ve Eğitim Merkezi kurdu.

Akuaponiklere önemli bir sermaye yatırımı görmeye başlıyoruz, bu da çoğu durumda salmonidi üretimle ilişkilendiriyor. İş gücünde birden fazla, farklı disipline ihtiyacınız olanlarda. Su ürünleri yapıyorsanız, balık yetiştiren insanlara ihtiyacınız var; bitkileri anlayan, üretim, sağlık, hastalık kontrolü, hasattan biyogüvenlikten anlayan insanlara dedi Schwarz.

British Columbia'daki Vancouver Island Üniversitesi'nde (VIU) öğrenciler, gıda üretiminin ekolojik ayak izini azaltan mahsul çeşitlendirmesini ve gelişmiş çiftlik ekonomisini ve entegre bir gıda üretim sisteminin nasıl işletileceğini anlayarak ekonomik, çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik hakkında bilgi edinirler. VIU’nun kültür balıkçılığı serası benzersizdir çünkü bir soğuk su balığı olan mersin balığı yetiştirir, oysa çoğu işlem tipik olarak tilapia gibi ılık su balıkları yetiştirir.

VIU’nun Balıkçılık ve Su Ürünleri Teknolojisi Programında birinci sınıf öğrencisi olan Holli Desrocher, Şu anda ekilebilir arazimiz tükeniyor, bu yüzden aquaponics kullanabileceğimiz bir alternatif." Diyor. Kendi kendine yeterli olması için daha fazla şey öğrenmek istedim. Büyüdüğümde ve çocuklarım olduğunda ailemi beslemek için kendi sebzelerimi yetiştirmek istiyorum. diyor.

D’Abramo, hem endüstri hem de akademi için yapılacak çok iş olduğunu kabul ediyor.

ABD'de su ürünleri yetiştiriciliğinin olduğu gibi pazarlanması gerekiyor. Su ürünleri yetiştiriciliği yapan insanlar gerçekten de "dünyayı kurtarmaya çalışıyorlar." Bu, insanların dikkatini çekiyor. Akademinin bilgilendirmek için sosyal medya gibi çıkışlar bulması gerekiyor. Bu yaklaşım, mevcut nesiller için çok önemlidir. Özel sektör ve üniversite araştırmacıları arasında işbirliğini teşvik eden bir ortam şart” diyor.

Ayrıca, yanlış bilgileri ortadan kaldırmaya yardımcı olmak için kendisi gibi araştırmacılara “su ürünleri yetiştiriciliği hakkında daha iyi ve daha sık iletişim kuran kişiler olma” görevini verdi. "Kamuoyuyla etkili iletişim, genellikle üniversite araştırmacılarının güçlü bir noktası değildir" diye itiraf etti.

aquaculturenorthamerica.com'daki yazıdan Türkçe'ye çevrilmiştir.

Probiyotikler mercan ağarmasının önüne geçmede başarılı olabilecek mi?

Marketlerin raflarında kendi içimizdeki mikrobiyal yaşamı geliştirmeyi ve iyileştirmeyi hedefleyen bir sürü probiyotik - yani iyi bakteri içeren yoğurt, kefir yada buna benzeyen pek çok ürünle oldu. Ürünlerin işlevselliği ve faydasıyla ilgili kanıtlar ve mekanizmaları biraz karmaşık gibi görünse de, bu mikropların vücudumuz üzerindeki etkerinin oldukça büyük olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Sadece biz insanlar değil, etrafınızda gördüğünüz her canlı yaşamlarına etkili mikroskobik yaşamın zengin topluluklarını bünyesinde barındırır. Dünyadaki mercan resiflerini oluşturan minik koloni hayvancıkları için ise bu ilişkiler özellikle önemli bir rol oynar. Mercanlar gelişmek için mikroskobik alg ortaklarına ve diğerlerine güveniyor. Fakat, bir mercan için tehlikeli stres varlığının en bariz işareti ağartmadır. Normalde şeffaf olan hayvanın besin için güvendiği çözüm ortağı ve aynı zamanda mercana rengini veren algleri attığında ortaya çıkan şey ağarmadır.

Ağartma son yıllarda mercan resiflerinde sıklıkla görülen bir olay ve giderek daha fazla mercan resifini etkiliyor. 2014 ile 2017 yılları arasında deniz suyu sıcaklıklarınında meydana gelen dalgalanmalar küresel resiflerin yüzde 75'inden fazlasında kitlesel ağamaya neden oldu ve bunun sonucunda resiflerin neredeyse üçte biri yok oldu. Bu büyük bir sorun.

Mercan resifleri okyanuslarımızın yalnızca yüzde 1'ini kaplamasına rağmen, tahminen dört deniz hayvanından biri hayatta kalmak için bu resiflere ihtiyaç duyuyor. Mercan resifleri aynı zamanda insanların gıda güvenliği açısından da kritik önem taşıyor ve dünya çapında 6 milyon balıkçıyı destekliyor.

Bir tür canlı kaya olarak tanımlayabileceğimiz mercan resiflerinin karşı karşıya olduğu tehditleri azaltmak için en önemli önlem, fosil yakıt kullanımını azaltarak atmosferdeki sera gazını azaltmaktan geçiyor fakat öte yandan dünyanın dört bir yanındaki bilim insanları mercanlara zaman kazandırmak için çaresizce geçici önlemler arıyorlar. Bazıları daha fazla sıcağa veya küresel ısınmasıyla doğrudan ilişkili olan daha asidik sularda yetişebilen mercanlar yetiştirmek üzerine çalışıyor, bazıları deniz koruma alanlarındaki resifleri korumak ve zarar görmüş bölgelerde yeni mercanların büyümesini sağlamaya çalışıyor.

Bu çabaların içinde bazı araştırmacılar da mercanların gelişmesine yardımcı olan mikropların düzeylerini artırmak için mercan probiyotikleri geliştirmeye çalışıyor ve bu yaklaşım bir miktar umut vaat ediyor.

Suudi Arabistan'ın Thuwal kentindeki Kral Abdullah Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden (KAUST) deniz mikrobiyoloğu Raquel Peixoto, önce laboratuvarda test ederek, daha sonra da Kızıldeniz'deki mercan bahçelerinde deneyerek mercan probiyotikleri fikrine öncülük etti. 2021 tarihli "Rebuilding Coral Reefs: A Decadal Grand Challenge" başlıklı raporun ortak yazarı Peixoto, yaklaşımın risk altındaki mercan resiflerinde dayanıklılık oluşturan önleyici bir tedavi unsuru olarak hizmet edebileceğini umuyor.

Knowable Magazine, mercan probiyotikleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için, 2021 Annual Review of Animal Biosciences'de araştırmayla ilgili bir makalenin ortak yazarı olan Peixoto ile konuştu.

Mercan resiflerini ve mercanların iklim değişikliğinden nasıl etkilendiğini araştırmaya olan ilginizi ne tetikledi?

Okyanusa her zaman çok bağlı olduğumu düşünüyorum. Ben bir sörfçüyüm. Ben bir dalgıcım. Ve bu ekosistemlerden bazılarının ölmekte olduğunu bilmek benim için dehşet verici. Biraz klişe gibi gelebilir ama gerçekten çocuklarımın hâlâ mercanlardan keyif alabilmelerini istiyorum; sadece ekolojik önemleri nedeniyle değil, aynı zamanda güzellikleri ve karmaşıklıkları nedeniyle. 

Biyologların "holobiont" dediği mercanlarla ilişkili mikroorganizmaların çeşitliliği hakkında şu ana kadar ne biliyoruz?

Holobiont için önemli olan bazı mikroorganizmalar ve bunların nasıl etkileşime girdiği hakkında bir fikrimiz var, ancak anlaşılması gereken daha birçok ilişki var. Henüz emekleme aşamasında olan bir araştırma alanıdır.

Hakkında en çok bildiğimiz klasik ilişki, mercan konakçısı ile algler arasında. Bu fotosentetik algler mercanın besininin çoğunu sağlar ve mercan da algleri korur ve onlara besin sağlar.

Ancak mercanlarla yaşayan virüsler, bakteriler, arkeler ve mantarlar söz konusu olduğunda henüz yüzeyde kalıyoruz. Şu ana kadar bildiğimiz şey, mercanların kendilerine gelişebilecekleri bir ekosistem sağlaması karşılığında, bu tür organizmaların mercanları zararlı mikroplara karşı korumaya yardımcı olduğudur. Hem mantarlar hem de bakteriler besin sağlar ve toksik bileşiklerin azaltılmasına yardımcı olur, hatta mercanların iskeletlerini oluşturmasına ve UV ışığından kaynaklanan hasarı önlemesine yardımcı olabilir.

Anlamaya çalıştığımız şey yalnızca mercanlar ve mikroplar arasındaki ilişki değil, aynı zamanda mikroplar ve mikropların hepsinin içindeki etkileşimlerdir. Hepsi birbirine bağlı.

Mercanlar strese girdiğinde holobionta ne olur?

Mercan resiflerinde, deniz sıcaklığında dalgalanma olduğu esnada meydana gelen şey, tıpkı alglerin stres altındaki mercanlar tarafından dışarı atılması gibi diğer mikropların da dışarı atılmasıdır. Bu faydalı mikropların yerini patojenler alabilir. Daha sonra, bakterilerin sağladığı yararlı rollerin kaybının yanı sıra, mercanın yeni gelen bir patojenle de başa çıkması gerekir. Yani bu ikili bir sorun.

Mercan probiyotikleri nasıl yardımcı olabilir?

Probiyotikler canlı organizmalardır; konakçıya bir tür fayda sağlayan mikroorganizmalardır. Hastalıklarını tedavi etmek için probiyotikler halihazırda arılar, kurbağalar ve yarasalar için kullanılıyor.

Laboratuvarımda bu denklemdeki bakteriyel rolü, yani bakterilerin ve diğer mikropların, mercan ve alg sağlığına nasıl katkıda bulunduğunu anlamaya çalışıyoruz. Aynı zamanda holobiontu manipüle edip geri getirip getiremeyeceğimizi anlamaya çalışıyoruz. Eğer mercanlar stres altındayken probiyotiklerle destekleyerek faydalı mikropları yeniden uygulayabilirsek, o zaman belki sağlıklı bir holobiontu koruyabilir ve mercanların patojenler tarafından aşırı büyümesini önleyebiliriz.

Yani, tıpkı bozulmuş bir ormanda ağaçları yeniden dikmeye çalıştığımızda olduğu gibi, mercanlarda da faydalı mikropları yeniden dikmeye çalışıyoruz.


 Hangi mikropların mercan probiyotikleri olarak çalışabileceğini nasıl öğrenirsiniz?

Mercanlar için hangi bakterilerin önemli olduğunu bulma arayışımızda doğal resiflerden canlı mercan örnekleri alıyoruz. Daha sonra genomlarına bakarak orada ne olduğunu görmek için mikrobiyal topluluklarını analiz ediyoruz. Ayrıca fizyolojilerinin hangi yönlerinin mercanlara yardımcı olabileceğine dair bir fikir edinmek için genleri de inceliyoruz.

Potansiyel probiyotik karışımları oluşturmak için, mercanlar için koruyucu olduğunu varsaydığımız genetik ve fizyolojik mekanizmayı barındıran yaygın, yerli deniz mikroplarını seçiyoruz. Potansiyel patojenleri dikkatlice hariç tutuyoruz.

Laboratuvardaki deneyleri kullanarak, bu koruyucu mikropların altında yatan mekanizmaları, yani mercanların hayatta kalmasına nasıl yardımcı olduklarını doğruluyoruz. Bunu "omik" (meta-transkriptomik ve metagenomik) kullanarak yapıyoruz; başka bir deyişle, mercan konakçısında ve mikrobiyomunda hangi genlerin etkinleştirildiğini takip ediyoruz ve bunu mercanların sağlık durumuyla ilişkilendiriyoruz.

Yani, bakterileri konakçı mercanlardan izole ediyoruz, onları laboratuvarda büyütüyoruz, laboratuvarda sadece iyi olanları seçiyoruz ve sonra tekrar mercanlara uyguluyoruz. Mercan poliplerinin içinde veya dışında, mercanlarla birlikte yaşayan iyi mikroorganizmaların sayısını artırmaya çalışıyoruz. İyi bakterileri muhafaza edip yenileyerek mercanlara patojenlerle ve iklim değişikliğinin etkileriyle mücadelede daha iyi bir şans verebiliriz.

Mercan probiyotiklerinin ısı koruyucuları olarak etkinliğini laboratuvarda nasıl test ettiniz?

Probiyotiklerle bir çözümümüz var ve probiyotik içermeyen, plasebo olarak sadece salin içeren bir çözümümüz var. Mercan parçaları tanklarda. Sağlıklı mercanlardan izole ettiğimiz ve daha sonra kültüre aldığımız bakterilerin bir karışımı olan probiyotiği bazı tanklara, diğer tanklara ise salini koyuyoruz ve iklim değişikliğinin etkilerini taklit ederek hepsini yüksek sıcaklığa maruz bırakıyoruz ve ne olacağını görüyoruz. . Buna paralel olarak aynı testleri artan sıcaklığa maruz kalmayan mercanlar üzerinde de yapıyoruz.

Aradığımız şey mercanların hayatta kalması. Mercan rengine mercan sağlığının bir göstergesi olarak bakıyoruz. Mercanlar bir renk sürekliliğine göre sağlıklı, solgun, ağartılmış, kemik beyazı veya ölü olarak derecelendirilir. Bu deneyde probiyotikle tedavi edilen mercanların ölmediğini gördük. Ve plaseboyla tedavi edilen mercanlar deneyin sonunda ya öldü ya da çok kötü durumdaydı.

Geliştirilen faydalı mikropların kokteyli, mercanların petrol sızıntısının etkilerine ve bakteriyel patojen Vibrio coralliilyticus'un neden olduğu enfeksiyona karşı iyileştirilmesinde de umut vaat ediyor.

Probiyotiklerin laboratuvardaki tanklarda mercanların hayatta kalmasını artırmaya yardımcı olabileceğine dair kanıt gösterdiniz. Olan bitenin ardındaki mekanizmalar hakkında henüz bir şey biliyor muyuz?

Bazı fikirlerimiz var. Probiyotiklerin, mercanlara bulaşıcı hastalıklar getiren bakteriler, virüsler, mantarlar ve protozoalar gibi bazı fırsatçı patojenlere karşı mercanların bağışıklık tepkisine bir şekilde yardımcı olduğunu biliyoruz. Probiyotikler ayrıca, ısı stresine maruz kalmış alglerin ürettiği zararlı, kararsız, oksijen içeren moleküllerin sayısında bir dengesizlik olduğunda oksidatif stresi de hafifletiyor gibi görünüyor.

Örneğin, katıldığım bir 2021 araştırmasında, Mussismilia hispida mercanına özel olarak hazırlanmış probiyotik tedavi karışımında yer alan altı bakteri suşundan üçü (iki Bacillus lehensis suşu ve bir Bacillus oshimensis suşu) DMSP'yi (dimetilsülfoniopropiyonat) bozduğu için seçildi. . Bu, küresel olarak yaygın olan, mercan holobiontunda doğal olarak bulunan ve ekosistemler için önemli olan bir kükürt bileşiğidir. Bazı araştırmacılar DMSP'yi, sağlıklı bir mercan ekosistemindeki birçok iş için yararlı olan bir İsviçre çakısı olarak düşünüyor. Örneğin karbon kaynağıdır, antioksidan görevi görür ve hidrostatik basınca karşı koruma sağlar.

Ancak mercanlar strese girdiğinde DMSP'nin miktarı ve konsantrasyonu artar. Yüksek konsantrasyonlarda DMSP patojenlere karşı çekici olarak çalışır.

Probiyotikleri uyguladığımızda DMSP'yi parçalayan bakterinin holobionta yerleştiği görüldü. Yüksek sıcaklıkta, metabolomiklere (hücre metabolizması sırasında mercanların içinde meydana gelen kimyasal reaksiyonlar) baktığımızda önemli farklılıklar görebiliyorduk. DMSP konsantrasyonunu karşılaştırdığımızda plasebo uygulanan mercanlarda daha yüksekti. İşlem görmüş mercanlarda DMSP konsantrasyonunun düştüğünü görebiliyorduk ve bu, mercan sağlığının iyileşmesiyle ilişkilendiriliyordu.

Şu ana kadar probiyotiklerin mercan resiflerine uygulanmasının istenmeyen olumsuz sonuçlara yol açabileceğine dair herhangi bir gösterge var mı?

Hiç de bile. Bunu henüz yayınlamadık ama Kızıldeniz'deki resifte bir pilot deneyde probiyotik uyguluyoruz. Bu, Mercan Probiyotik Köyü dediğimiz yerde iyi kontrol edilen, izole edilmiş bir deney. Bu, yabani mercanlarda termal ağartmayla mücadele eden probiyotiklerin ilk testidir. Şu ana kadar herhangi bir istenmeyen etki görmedik.

Aslında, eğer mercan daha sağlıklıysa tüm ekosistemin de daha sağlıklı olacağını düşünüyoruz çünkü büyük ve küçük pek çok organizma barınma ve yiyecek için mercanlara bağımlı. Halihazırda deniz suyunda bulunan malzemeleri kullandığımız için bakteriyel arıtmanın herhangi bir hasara yol açması pek olası değildir.

Ağartılmış resifler de dahil olmak üzere bozulmuş resiflerde patojen bolluğu artmış gibi görünüyor. Bu yüzden hiçbir şey yapmazsak istenmeyen etkinin ortaya çıkacağını düşünüyorum. Çünkü o zaman patojenler aşırı büyüyecek ve hastalığa neden olacaktır. Bu patojenler yayılıp resifteki diğer organizmalar ve en sonunda bizim için sorunlara neden olabilir. Laboratuarda gösterildiği gibi prensibimiz, probiyotiklerle iyi mikropları geri kazandırmamız veya korumamızdır.

Mercan probiyotiklerinin tedavi olarak kullanımı ne kadar ölçeklenebilir?

Ölçeklenebilirlik, üzerinde çalıştığımız ve devam eden farklı projelerle ilgili bir konu. Bunlardan biri, tıpkı arka bahçenizdeki sulama veya yağmurlama sistemi gibi resiflere yerleştirilebilen bir sulama sistemidir. Bunu KAUST mühendisleriyle işbirliği yaparak geliştirdik. Resiflere giden hortumlarımız var ve laboratuvarımızdaki probiyotiklerin aşılanmasını cep telefonumuzdaki bir uygulamadan düzenleyebiliyoruz. Bunun oldukça ölçeklenebilir olabileceğini düşünüyoruz.

Ayrıca konuşlandırılabilen ve uzun süreli salınımı olan bakteri hapları da geliştiriyoruz. Bunları dağıtmak için robotları kullanabiliriz. Ölçeklenebilirlik, mühendisler gibi diğer araştırma alanlarıyla işbirliğine bağlıdır.

Bence öncelikle probiyotikleri daha iyi anlamamız gerekiyor; işe yarayıp yaramadığını, nasıl çalıştıklarını ve ekolojik sonuçlarını. Ancak buna paralel olarak, bu tedavinin ölçeklenebilir olmasını sağlayacak araçlar geliştirmeye çalışıyoruz, böylece genişleyecek kadar kendimize güvenirsek, onu hazır hale getirebiliriz.

Bu probiyotikleri her yere aynı anda uygulamamıza gerek yok çünkü mercanların hepsi aynı anda beyazlamaz. Bizim düşüncemiz, mercanlara güç kazandırmak için ağartma olayları meydana geldiğinde yalnızca bir veya iki ay boyunca probiyotik uygulamamız gerektiğidir.

Bir mercan resifinden geliştirilen probiyotikler diğerinde işe yarar mı?

İdeal olarak, yerel çözümler geliştiriyoruz: Probiyotiklerin uygulanacağı yerel olan ve yerli olan bölgeden alınan numuneleri kullanarak probiyotikler geliştiriyoruz. Bu bakteriler yerel koşullara adapte olmuşlardır.

Kızıldeniz'de çalışıyoruz, Kızıldeniz'den malzeme seçiyoruz ve Kızıldeniz'de geliştirdiğimiz probiyotikleri kullanıyoruz. Kızıldeniz mercan holobiontları, başka yerlerde bulunanlardan daha yüksek sıcaklıklarda gelişmek üzere evrimleşmiş ve adapte olmuşlardır. Bu holobiontlar benzersiz bir fırsat sunabilir: Adaptasyonlarını araştırmak ve gerekirse küresel ısınmanın çok muhtemel hızlanan hızına yanıt olarak diğer bölgelerdeki mercanların hızlı bir şekilde alışmasına veya evrimleşmesine yardımcı olmak.

Mercan resiflerinin genel sağlığı açısından gelecek için neyi temel öncelikler olarak görüyorsunuz?

Temel öncelikler CO2 emisyonlarının azaltılması, yerel stres faktörlerinin azaltılması ve aktif restorasyondur. Bu öncelikler dizisi, Uluslararası Mercan Kayalıkları Topluluğu'nun yakın zamanda 2021'de yayınlanan bir bilim politikası belgesinde vurguladığı bir şeydir. Bu sütunların eşit derecede önemli olduğunu vurguladık. Eğer mercanları kurtarmak istiyorsak hepsini yapmalıyız.

İklim değişikliği nedeniyle mercan resiflerinin zarar görmesi çok büyük bir sorun ve bu çok hızlı oluyor. Bazıları, devam eden küresel ısınmanın ortasında mercanlar için probiyotikler geliştirmeye çalışmanın Titanik'teki şezlongları yeniden düzenlemeye benzediğini iddia edebilir. Buna nasıl cevap verirsiniz?

Şu anda çok az seçeneğimiz var. Ve hepsini keşfetmemiz gerekiyor. Probiyotikler söz konusu olduğunda resifi kurtarmaya çalışmıyoruz. Resifi kurtarabilecek tek şey, CO2 emisyonlarını azaltmanın yanı sıra aşırı avlanma gibi yerel stres faktörlerini de azaltmak için çalışmaktır.

Probiyotiklerin, özellikle şiddetli strese maruz kalacağını bildiğimiz alanlarda bize biraz zaman kazandırabilecek ilaçlar olduğunu düşünüyorum.

Bildiğimiz mercan resiflerinin geleceği konusunda iyimser misiniz yoksa kötümser misiniz?

Ben iyimser kalıyorum. Bu kolay bir iş değil. Ama ne yapacağımızı biliyoruz. Yapılması gerekeni yapacağımız konusunda iyimserim.

Kaynak: knowablemagazine.com

Toplumsal bir dönüşüm aracı olarak su ürünleri yetiştiriciliği, sürdürülebilir bir geleceğin inşasına katkı sağlayabilecek mi?

Sidney New South Wales Universitesi'nden yüksek lisans öğrencisi olan Joshua Noiney, Papua Yeni Gine'deki balık yetiştiriciliğinde devrim yaratmak için balıkçılık alanındaki uzmanlığından yararlandı. Araştırmacının girişimi yalnızca yetiştiricilikte reform yapmakla kalmadı, aynı zamanda toplumsal çabayı yapıcı kalkınmaya, şiddeti azaltmaya ve büyümeyi teşvik etmeye yönlendirdi.

Joshua Noiney, 2017'den bu yana New South Wales Sidney Üniversitesi'nde okurken, Papua Yeni Gine'de su ürünleri yetiştiriciliğine dönüştürücü bir yaklaşımı ön plana çıkarmak üzerine çalışıyor. Ülkenin balıkçılık sektörü hakkında sağlam bir geçmişe sahip olan Noiney, ileri teknolojiyi ve temel eğitimi stratejik olarak yerel balık yetiştiriciliği uygulamalarına entegre etti. Bu geçiş yalnızca endüstriyi güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda toplulukları şiddet geçmişinden kolektif ve kişisel ilerlemeye doğru yönlendiren bir toplumsal katalizör görevi de gördü.

Prof. Sammut'un Noiney ile işbirliği içinde yürüttüğü girişim, akademi ve yerinde uygulama arasındaki başarılı ortaklığın örneğini oluşturuyor. Koalisyon; kurumlar, sivil toplum kuruluşları, Avustralya ve Papua Yeni Gine hükümetleri, okullar, hapishaneler ve yerel topluluklar dahil olmak üzere çeşitli paydaşları bir araya getirdi. Birlikte, su ürünleri yetiştiriciliği sektörünün büyümesinde çok önemli olan  kesintisiz bilgi ve kaynak alışverişini desteklediler.

2009 yılında 11.000 olan balık çiftliği sayısı, her iki ülkeden çok disiplinli ekiplerin ortak çabaları ile 2023 yılına kadar 70.000'in üzerine çıktı. Bu genişleme sadece ekonomik bir zaferi değil, aynı zamanda Papua Yeni Gine'de toplumsal dönüşüm için bir araç olarak sürdürülebilir tarımın etkili gücünü de yansıtıyor. Bu yenilikçi balık yetiştiriciliği modeli sayesinde toplum ilerleme ve istikrar ortamını teşvik eden bir dönüşüm yaşıyor.

Papua Yeni Gine'de Su Ürünleri Endüstrisi

Su ürünleri yetiştiriciliği Papua Yeni Gine'de gıda güvenliğine, geçim kaynaklarına ve ekonomik kalkınmaya önemli katkıları olan önemli bir endüstri. Bölgenin çeşitli su ekosistemleri, balık yetiştiriciliği faaliyetlerinin genişletilmesi için büyük bir potansiyel sunuyor. Papua Yeni Gine'nin su ürünleri endüstrisi, yaylalardan kıyı bölgelerine kadar farklı çevre koşullarına uyum sağlayan tilapya, sazan ve alabalık gibi çeşitli türleri kapsıyor.

Ülkenin deniz kaynaklarına bağımlılığı ve yabani balık stoklarının aşırı tüketimi göz önüne alındığında, bu sektörün ilerlemesi özellikle önemlidir. Papua Yeni Gine'de balık yetiştiriciliğinin büyümesine odaklanarak, doğal stoklar üzerindeki baskıyı azaltabilecek ve biyolojik çeşitliliği koruyabilecek, yabani balık avcılığına sürdürülebilir bir alternatif yaratmaya çalışıyor.

Su Ürünleri Yetiştiriciliğinde Piyasa Tahminleri ve Eğilimler

Küresel su ürünleri pazarının önümüzdeki on yılda önemli ölçüde genişlemesi bekleniyor. Balık ürünlerinin sağlık açısından faydalarının anlaşılmasıyla artan tüketimin yanı sıra artan küresel nüfus da bu öngörülen büyümeyi destekliyor. Teknolojik gelişmeler, daha sürdürülebilir uygulamaların benimsenmesi ve su ürünleri yetiştiriciliğinin gelişimini teşvik eden hükümet girişimleri de sektörün desteklenmesine hizmet ediyor. Papua Yeni Gine'nin durumu, yerel balık yetiştiriciliğinin teknolojik entegrasyon ve stratejik kalkınma çabalarından faydalanması nedeniyle dünya çapındaki bu eğilimleri yansıtıyor.

Bu sektörde başarının devam etmesi; hastalık kontrolü, yem kalitesi, sürdürülebilir tarım uygulamaları ve iklim değişikliğinin etkileri gibi zorlukların ele alınmasına bağlı. Bu sorunların üstesinden gelmenin anahtarı ise uluslararası işbirliği, araştırma ve geliştirmeye yatırım yapılması ve yerel halkın doğrudan katılımını ve endüstrinin büyümesinden faydalanmasını sağlayan toplum temelli girişimlere vurgu yapılması.

Toplumsal Etki ve Sektörel Zorluklar

Su ürünleri yetiştiriciliğinin sürdürülebilir gelişiminin, ekonomik faydaların ötesinde daha geniş toplumsal etkileri var. Noiney ve ekibinin aktif olduğu Papua Yeni Gine gibi bölgelerde balık yetiştiriciliğinin büyümesi, şiddet ve sosyal bozulmanın azalmasıyla ilişkilendirildi. Su ürünleri yetiştiriciliği, alternatif bir geçim kaynağı sağlayarak ve topluluk uyumunu teşvik ederek kırsal alanların genel istikrarına ve refahına katkıda bulunabilir.

Ancak sektör önemli engellerle de karşı karşıya. Balık sağlığı, üreme, yem ve çiftçilik uygulamalarının çevresel sürdürülebilirliği ile ilgili teknik zorluklar ele alınma. Büyümeyi etkili ve adil bir şekilde yönetmek için uygun düzenleyici çerçevelerin oluşturulmasına da ihtiyaç var.

Papua Yeni Gine'de sağlam bir su ürünleri yetiştiriciliği sektörünün geliştirilmesi çok yönlü bir yaklaşım gerektiriyor. Kapasite geliştirme, eğitim ve öğretim, kaliteli girdilere erişim ve pazar geliştirme, sektörün uzun vadeli sürdürülebilirliğini ve etkisini güvence altına alacak hayati bileşenlerdir.

Balık yetiştiriciliği ve sürdürülebilir su ürünleri yetiştiriciliği uygulamalarının daha geniş bağlamı hakkında ek bilgi edinmek isteyenler için Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Balık Merkezi gibi saygın kaynaklar, bu kritik konular hakkında kapsamlı bilgi ve belgeler sunmaktadır. Bu tür platformlar, Joshua Noiney ve ortaklarının Papua Yeni Gine'de gösterdiği ilerlemelerle uyumlu uzmanlık ve veri sunarak dünya çapındaki benzer girişimlere ışık tutuyor.

Deniz koruma alanları oluşturmak ve kıyıları korumak neden odağımızda olmalıdır?

İnsan faaliyetleri neticesinde zarar gören kıyı ve denizlerin devamını sağlamak için koruma alanları oluşturmak zorundayız.

Günümüzde hem Türkiye, hem Avrupa hem de tüm dünya kıyılarını etkileyen bazı ciddi sorunlar var ve bu sorunlar kıyıların fiziksel, kimyasal ve biyolojik şekillerini kalıcı olarak bozarak kıyılara zarar veriyor. Bu sorunları bir kaç başlık altında listelemek gerekirse eğer; bilinçsiz ve kontrolsüz tarım ve balıkçılık faaliyetleri, agresif stratejilerle yürütülen enerji üretim işleri ve çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan yada çevreye olan etkileri göz ardı edilerek sürdürülen turizm gibi insan kaynaklı faaliyetler ilk sırada sayılabilir.

Bununla birlikte yaşanan iklim değişikliği, suların ısınması, yeni su yollarının gerek deniz yükselmeleri gerekse insan faaliyetleri neticesinde açılması, farklı ekolojik özellikteki suların birbirine karışması ve yıkıcı hava olaylarına bağlı olarak su altı resiflerinin yıkıma uğraması gibi yine ucu insana dayanabilen fakat doğada kendiliğinden de oluşabilen durumlar sayılabilir.

Flora; yani bitki örtüsü ve fauna; yani hayvan örtüsü üzerinde meydana gelen ve ucu insan faaliyetlerine de dayanan nedeniyle ortaya çıkan baskılar ve yaşanan değişiklikler, koruma çabalarıyla yavaşlatılabilir yada iyi bir yönetimle tamamen ortadan kaldırılabilir. Eğer bir ekosistem parçacığı içindeki bozulmaya karşı kararlı bir koruma önlemi almazsak, başta bazı canlıların neslinin tükenmesi olmak üzere, ekosistem parçacığı içinde ekolojik çölleşmeden bahsetmemiz kaçınılmaz bir gerçek.

Ekosistem parçacığını kurtarmak için alınan koruma aksiyonları tek başına yeterli değildir, insan faaliyetlerini durduran taahhütler de alınmalı ve kıyılarla deniz alanlarının korunmasını sağlamak için bu taahhütlere uyulması sağlanmalı; hatta yıkıcı yaptırımlarla zorunlu kılınmalıdır.

Kıyıların korunmasına katkıda bulunmak kimin görevi olmalı?

Yalnızca sivil halkın bunu tek başına başarması oldukça zor görünüyor. Kıyısal ve denizel koruma alanlarının oluşturulması için kapsamlı devlet desteğinin yaratılması ve devletlerin bu konudaki desteklerinin alınması şart.

Dünyanın kıyı bölgelerinin yalnızca yüzde 15,5'i ekolojik olarak bozulmamış durumda.

Kıyı bozulmaları git gide küresel bir sorun haline geliyor. Queensland üniversitesinin sunduğu bir araştırmanın raporunu indirerek kıyı bozulmalarının etkilerine daha geniş bir perspektiften bakabilirsiniz.

Değerli okyanus ve kıyı alanlarını korumak, yalnızca önemli yaşam alanlarını ve diğer doğal kaynakları korumakla kalmaz. Aynı zamanda, bir alan bozulduktan veya kaybolduktan sonra maliyetli ve bilimsel olarak belirsiz restorasyon çabalarına girişme ihtiyacını da ortadan kaldırır diyor ABD Okyanus Politikası Komisyonu tarafından derlenen ve UNT Library Resources tarafından arşivlenen bir rapor.

Kıyıların korunması ile ilgili aksiyonları almak ve bu aksiyonları uygulamak yönünde çaba sarf etmek, bilinçsiz tarım aktivitelerini ve su ürünleri yetiştiriciliğini, denetlenmeyen turizm faaliyetlerini ve atıkların kontrollü bertarafının yönetimini, enerji üretimi ve kıyıyla etkileşim içinde yapılan diğer eylemlerin yarattığı kötü etkileri azaltmaya yardımcı olur.

Neden daha fazla deniz koruma alanımız olmalı?

WWF, koruma alanını “ekolojik öneminden ötürü koruma altına alınmış olan deniz ve kıyı dilimleri” olarak tanımlanmış. Bu alanların oluşturulmasındaki temel nedeni aslında basit; alanların tehlikelere karşı korunmasının gerekliliği. Balıkçılık yönünden konuşmamız gerekirse eğer, balıkçılık faaliyetlerinin sürdürülmesi için gerekli olan kaynakların devamlı şekilde oluşması için güvenilir alanların sağlanması, deniz koruma alanlarının oluşturulması için tek başına yeterli bir gerekçe.

Akdeniz, dünyadaki toplam su yüzey alanının %4’ünden azını kapladığı halde, denizel canlı türlerinin %10’una ev sahipliği yapıyor. Akdeniz’in önemli sakinleri arasında ise deniz kaplumbağaları, yüzgeçli balinalar ve okyanus hayatında önemli bir rol oynayan deniz çayırları Posidonia oceanica sayılabilir. Bunların yanında onlarca farklı türdeki köpekbalığı, ekonomik değeri de olan balıklar, karidesler ve ahtapotlar yer alıyor. Genel olarak baktığımızda, Akdeniz’de yaklaşık olarak 18.000 bitki ve hayvan türü yaşadığını söyleyebiliriz. Bunların nerdeyse 1/3’ü dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmuyor.

Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, 2020 yılına kadar Akdeniz’in toplam yüzeyinin %10’unu koruma altına almayı taahhüt ettiler ancak bugün, Akdeniz’in %4’ünden azı koruma altında ve mevcut olan deniz koruma alanlarının çoğunun iyi bir yönetim planı yok. Bu da gerek ekolojik gerekse balıkçılık yönünden değerlendirdiğimizde, Akdeniz’in geleceği konusunda büyük risklerin var olduğunu gösteriyor.

Koruma alanlarına balıkçılık yönünden bakarsak eğer, deniz koruma alanlarının balık ve diğer balıkçılık mahsüllerinin doğal stoklarının toparlanmasını mümkün kıldığını söyleyebiliriz.

Sürdürülebilir balıkçılık uygulamalarıyla birlikte deniz koruma alanlarının teşvik edilmesi, yerel balıkçıların deniz mahsullerinden devamlı fayda sağlamasını ve kıyıda yaşayanların yerli halkınd da bu faydadan mümkün olan en güvenilir şekilde yararlanmasına katkı sağlayacaktır.

Geleneksel balıkçılık Akdeniz’in kimliğinin bir parçası ve kendi çanağının içinde yarım milyon insana istihdam sağlayan önemli bir iş kolu. Fakat bu iş kolunun geleceği de tıpkı denizleri doğrudan etkileyen aşırı avcılık ve kirlilik gibi nedenlerle doğrudan tehlike altında. Türkiye’de faaliyet gösteren bir gözlem grubu olan Mikroplastik Araştırma Grubu’nun sağladığı verilere göz atarak kirliliğin Akdeniz havzası üzerindeki etkilerini daha anlaşılır biçimde gözlemleyebilirsiniz.

Deniz koruma alanlarının balıkçılığa faydaları neler?

  • Deniz koruma alanlarına (DKA) yerleşmiş olan daha yaşlı dişi balıklar üreme aktivitesi yönünden genç balıklara göre daha üretkendir. Çünkü balık büyüdükçe döktüğü yumurta miktarı da artar. Böylece türün devamının sağlanması ihtimali artar. Halihazırda, doğal besin zinciri dışından bir avcı da olmadığı için daha kolay ve hızlı bir toparlanmadan söz edilebilir.
  • Yumurtlama, DKA içinde normal yerlere göre bin kat daha fazla olabilir. Çünkü yumurtlamayı etkileyen stres faktörleri daha azdır. Av olma ihtimalinin de bir stres faktörü olduğu unutulmamalıdır. Koruma alanları içinde de doğal avcılık davranışları sürmekle birlikte, ekstradan bir av baskısı yoktur veya dikkate alınacak kadar yüksek bir seviyede değildir.
  • Deniz koruma alanları, çevreleriyle doğrudan etkileşim içindedir. Koruma altına alınmış olan alanlardaki yumurtalar ve ortaya çıkmış yeni bireyler, akıntı ve dalgaların yardımıyla koruma alanı olarak ayrılmış bölgenin dışına da taşınarak, ekolojik yönden düşündüğümüzde, bölgenin dışının da iyileşmesine önemli katkı sağlar.
  • Akdeniz’deki birçok balık türü yumurtalarını bırakmak için “yuva” yapar. Deniz koruma alanlarında yapılmış yuvalar şu yüzden önemlidir; dibi kazıyan balıkçılık aktiviteleri olmadığı için yuvalar bozulmaz, yuvalar bozulmadığı için de balıkların nesillerini devam ettirmesi daha kolay olur.
  • Verimli bir deniz koruma alanında, balık ve diğer türlerin toparlanması çok uzun sürmez. Deniz koruma alanlarındaki balık nüfusu 3.4 kata kadar artabilir. Bu da yalnızca alanın ekolojik nüfusunu değil tüm bölgenin nüfusunu olumlu yönde etkiler.

Eğer bugün denizi, deniz altı yaşamını ve denizden elde ettiğimiz faydaları korumak istiyorsak, daha fazla deniz koruma alanı oluşturmalı ve bu alanların geliştirilmesi için çaba sarf etmeliyiz.


Resiflerde yaşayan balık türlerinde neden böylesine çok renk farkı var?

Resifler etkileyici yerler, resif balıkları da öyle. Bazıları kilometrelerce uzanan resifleri yuva bilen binlerce, hatta onbinlerce farklı su altı canlısı bu alanlardaki milyonlarca rengi oluşturan benzersiz ekosistemleri oluşturuyor.

Resif ekosistemleri, birbirine uzak ya da yakın pek çok balık, yosun, yumuşakça, sürüngen ve hatta bakteri türüne ev sahipliği yapıyor ve resifleri önemli kılan özel sebeplerden birisi de bu çeşitlilik. İşi balıklar yönünden değerlendirdiğimizde - ki resif balıkları karadaki tuzlu su akvaryumlarında en sık kullanılan türlerdir - taksonomik olarak birbirine yakın olan ailelerde dahi büyük renk değişimleri görülür. İşte bunun sebeplerinden birisi artık belli.

Mercan resiflerinin doğal sakinlerinden olan kelebek balıkları üzerinde James Cook Üniversitesi Mercan Kayalığı Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi tarafından yürütülen bir çalışma, kelebek balıklarının 42 türünü kapsayan geniş bir proje. Araştırmanın elde ettiği sonuçlar ise bir o kadar ilginç, çünkü aynı resifler içinde birbiri ile birlikte yaşayan yakın türler arasındaki renk farkları en fazla. 

Araştırma takımı desenler arasındaki değişiklikleri ve evrim sürecinden nasıl etkilendiklerini inceleyebilmek için yüksek çözünürlüklü dijital fotoğraflar kullandı.

Christopher Hemingson, projenin yürütücüsü ve ilgili makalenin baş yazarı konuyla ilgili olarak araştırmamız gösteriyor ki milyonlarca yıl boyunca kelebek balıkları diğer türlerle aynı yerde yaşadıklarında görsel işaretlerin fazla çeşitlilik gösteriyor diyor. Ayrıca bulduk ki bu, her iki türün de benzer aralıklarda yaşamasıyla gerçekleşiyor.

Araştırmanın diğer yazarı olan Dr. Peter Cowman ise bir türün yaşam alanının diğer türden uzaklaşmasıyla birlikte  desenleşmenin tersine döndüğünü ve renklerde daha az farklılaşma olduğunu belirtiyor. Araştırmanın ortak yazarı ve kıdemli bir araştırmacı olan Profesör David Bellwood, bu araştırmanın sonuçlarının coğrafi menzil dinamiklerin ilk kez deniz balıkları üzerindeki renk etkisini ortaya koyması yönünden son derece önemli olduğunu vurguluyor.

Bu araştırma, kelebek balıkları arasında renk ve desen farklılıklarını aynı anda ölçen ilk araştırmadır. Araştırma bize desen farklılıklarının 300.000 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleşebileceğini ancak milyonlarca yıl boyunca istikrarlı şekilde kalabileceğini göstermektedir.

Hemingston rengin diğer türlerden farklı görünmekten çok daha fazlası olduğunu belirtiyor. Bu renk desenleri ayrıca diğer türlerin de ne olduğuna bağlı olarak değişiyor. Bulmacanın ilginç bir parçası ve resif balıklarının neden bu kadar renkli olduğunu açıklamaya yardımcı olabilir.

sciencedaily.com'daki yazıdan Türkçe'ye adapte edilmiştir.

Açık deniz yetiştiriciliğindeki doğru havalandırma stratejisi nanokabarcıklar üzerine mi kurulmalı?

Açık denizde balık yetiştiriciliği sistemlerinde deniz bitlerinin yönetimi, etkili, ekonomik ve çevresel açıdan sürdürülebilir yöntemler gerektiren önemli bir zorluk. Norveç gibi su ürünleri yetiştiriciliğinde doğa ile daha dost, kimyasal içermeyen ve dolayısıyla daha sürdürülebilir görünen yöntemlerle çalışmayı tercih eden ülkelerde, balıkların yetiştiricilik ortamından çekilerek üzerlerindeki deniz bitlerinin ve yumurtalarının temizlenmesi gibi yöntemler uygulanıyor.

Bu yöntemim kimyasal kullanılarak yapılan arındırma yöntemlerine göre çevre için daha avantajlı olduğunu söyleyebiliriz fakat bu sürecin kendine özgü bazı dezavantajları var. Bunların arasında, bit temizliği öncesi balıkların belirli bir alanda kısa süreliğine de olsa yoğunlaştırılması var ki bu da stresin başlıca kaynaklarından. Yoğunlaştırma ve stres aynı zamanda daha fazla oksijen tüketimi anlamına da gelir. Yetiştiricilik tesislerindeki hayvanların refahları söz konusu olduğunda bu prosedür esnasında ortamdaki koşulların iyi ayarlanması gerekiyor; özellikle de oksijen bakımından.

Kontorllü koşullu yetiştiriciliğin herhangi bir aşamasında kalıcı hale gelmiş yada gelmesi muhtemel olan düşük oksijen seviyesine çözüm bulmak ve dolayısıyla balıkların refahlarını arttırmak amacıyla, Norveçli bir su ürünleri şirketi ilk olarak gemilerini, her biri 3 bar'da 220 m3 su sağlayan, 31 kW'lık iki pompayla çalışan dört oksijen konisi ile donattı. Koniler suya yeterince oksijen vermeyi başarsa da, iş yoğun enerji tüketimi nedeniyle oldukça maliyetli. Bunun ardından stratejisini değiştiren şirket difüzör hortumlarıyla oksijen enjekte etme metoduna geçti.

Bu yöntem, konik pompaların yüksek miktardaki enerji tüketimini ortadan kaldırırken, oksijen transfer verimliliğini azalırken çok büyük hacimlerde, oksijen gerektiren üretim maliyetlerini arttırdı. Ek olarak, karşılaşılan bir diğer sorun da, difüzör hortumundan çıkan kabarcıkların balık sayma sisteminin verdiği sonuçların doğruluğunu etkiledi.

Doğru havalandırma stratejisi nanokabarcık teknolojisinden mi geçiyor?

Daha etkili bir çözüm arayışında olan şirket, nanokabarcık teknolojisini denemeyi tercih etti. 2021 baharında şirket, yükleme hortumlarının bit giderme sistemine bağlantı noktasının üzerindeki bir destek yapısı üzerine stratejik olarak konumlandırılan bir nanokabarcık jeneratörünü kurdu.

Sistem, 200 ton balığı desteklemek için gereken tipik oksijen miktarının yalnızca bir kısmını enjekte ederek üstün oksijen transfer etkinliği gösterdi. Nanokabarcık teknolojisinin başarılı entegrasyonu, yalnızca şirketin oksijenasyon gereksinimlerini karşılamada değil, aynı zamanda  CO2 emisyonlarını düşürme girişimlerinde de önemli bir ilerlemeye işaret etmekte.

Bu sistem, yüksek verimli gazdan sıvıya enjeksiyon teknolojisini kullanarak su akışına göre çalışır. Toplu oksijeni nanokabarcıklara dönüştürerek suyu yüksek seviyelerde çözünmüş oksijenle doyurur. Nötr kaldırma kuvvetine sahip negatif yüklü nanokabarcıklar suda uzun süre kalır ve sudaki çözünmüş oksijen seviyesini stabilize eden bir tampon görevi görür.

Kalıcı şekilde devamlı olarak çalışması için tasarlanan jeneratörde hareketli parça bulunmaması, kolay kurulumun yanında ve mevcut pompa sistemleriyle kusursuz entegrasyon sağlanmasını destekliyor. Herhangi bir yetiştiricilik operasyonunda oksijen seviyesini arttırmak için doğrudan akış hattına veya yan akıma monte edilebilir. Bu teknoloji sudaki çözünmüş oksijen seviyesini yükselttiği gibi besleme sırasında kullanıldığında, büyüme oranlarını artırmayı destekliyor. Biyokütledeki artış kârlılığı da beraberinde getiriyor.

Araştırmalar, nanokabarcıkların patojenleri en aza indirdiğini, hastalıkların azalmasına yardımcı olan bir ortam sağladığını, solungaç sağlığını iyileştirdiğini ve ölüm oranlarını düşürdüğünü gösteriyor. Nanokabarcıklar aynı zamanda sudaki toksinleri ve atıkları nötralize edebilir, aynı zamanda yüzeyleri fırçalayabilir ve biyofilm oluşumunu engelleyebilir.

Balık yetiştiriciliği yapılan sistemlerde kullanılan gemilerdeki oksijenasyon sistemlerinin çalıştırılmasında, dizelle çalışan temel kompresörler ve pompalar enerji tüketimini arttıran başlıca etmenlerden. CO2 emisyonlarının doğrudan azaltılması, enerji talebinin ve dizel tüketiminin ele alınmasıyla başarılabilir. Koniler ve difüzörler gibi geleneksel oksijenleme sistemleriyle karşılaştırıldığında nanokabarcıklar önemli ölçüde daha verimli. Bu durumda, Moleaer'ın sistemi, operasyonlar sırasında hem enerji hem de oksijen tüketimini hesaba katarak, konilere kıyasla  CO2 emisyonlarında %60'lık etkileyici bir azalma gösterdi. 

Norveçli balıkçılık şirketi, oksijen ve enerji tüketimini iyileştirerek CO2 emisyonlarını azaltırken, somon yetiştiriciliğindeki büyük sorunlardan birisi olan deniz bitlerinden kurtulma işi sırasında daha fazla oksijenlenme sağlıyor.

ubc

Denizaltı gözlemcilerinin sağladığı verilerle, denizatlarının yaşam alanlarına dair yeni ve heyecan verici bilgiler elde edildi.

Denize ilgi duyan ve denizle ilgili iyi gözlem yeteneğine sahip gözlemciler sayesinde esrarengiz ve karizmatik balıklar olan denizatları, yalnızca yeni habitatlarda ve geniş coğrafi aralıklarda keşfedilmekle kalmıyor, aynı zamanda daha önce yaşadıkları bilinmeyen yeni derinliklerde de keşfediliyor. Erkek bireylerin yavruları taşıma davranışı uzun süredir insanları büyülese de popülasyonlardaki cinsiyet oranı ve üreme mevsimi hakkında yeni bilgiler deniz gözlemcileri ve araştırmacıları tarafından keşfedildi.

British Columbia Üniversitesi (UBC) ve Londra Zooloji Derneği (ZSL) merkezli bir deniz koruma ekibi olan Project Seahorse'dan araştırmacılar, dünya genelinde bulunan 46 denizatı türünden 35'iyle ilgili yeni bulguları belirledi ve inceledi. Bu bulgular iNaturalist ailesinin bir parçası olan ekibin iSeahorse programını kullanan vatandaş bilim insanları tarafından yayınlandı.

iSeahorse programı, üyelerini profesyonel olmayan halkın veya amatör araştırmacıların oluşturduğu bir topluluk ve bu insanların vahşi doğada karşılaştıkları denizatı hakkında doğrudan bilgi sağlamalarına olanak tanır. Sitede yayınlayarak hangi deniz atı türünü, dünyanın neresinde, ne zaman gördükleri, yaşam alanı ve derinliği hakkında bilgiler veriyorlar. Kullanıcılar aynı zamanda mümkünse fotoğraflı kanıt da sunabiliyorlar.

Ekim 2013'ten Nisan 2022'ye kadar 96 ülkeden ve 35 denizatı türünden 7.794 doğrulanmış gözlemin analizini gerçekleştiren araştırmacılar, elde ettikleri bilgilerden ve bu bilgilerin denizatı hakkında halihazırda bilinenler üzerindeki etkilerinden oldukça etkilendiler. 

O zamanlar UBC Okyanuslar ve Balıkçılık Enstitüsü'nde yüksek lisans öğrencisi ve makalenin ilk yazarı olan Elsa Camins Martinez, Yeni bulgular, dünyanın kesin IUCN Tehdit Altındaki Türler Kırmızı Listesinde yer alan türlerin küresel koruma değerlendirmelerini geliştirecek dedi. 

Camins, Coleman'ın Pigme Denizatı (Hippocampus colemani) üzerindeki gözlemlerine katkıda bulunduğunu belirtti; bu gözlemler, onun coğrafi alanının binlerce kilometre kare daha geniş, habitatının daha çeşitli ve derinlik aralığının daha önce bilinenden daha sığ olduğunu gösterdi. Hippocampus satomiae'ye ilişkin gözlemlerin birçoğu IUCN Kırmızı Listesi'nde rapor edilen aralığın dışındaydı; bu da bunların aralığının daha önce anlaşıldığından çok daha geniş olduğunu akla getiriyor.

UBC profesörü, araştırmanın kıdemli yazarı ve Project Seahorse kurucu ortağı ve direktörü Dr. Amanda Vincent, iSeahorse'da rapor edilen habitat türlerini, her tür için IUCN Kırmızı Liste değerlendirmesindekilerle karşılaştırarak, türlerin yüzde 80'i için yeni habitatlar bulduk dedi. Hippocampus Comes, Hippocampus histrix, H. kuda, Hippocampus kelloggi ve Hippocampus spinossisimus için her biri beş ila altı yeni habitat içeren yeni yaşam alanları bulduk.

Camins, iSeahorse verilerinin bilinen üreme sezonunu beş tür için uzatması büyüleyiciydi diye ekledi. Tropik bölgelerde denizatlarının her ay ürediği rapor ediliyor. Şaşırtıcı bir şekilde bu durum Kuzey Yarımküre'deki Asya türlerinde de geçerliydi, ancak ilkbaharda daha fazla üreme görülüyor.

Dr. Vincent iSeahorse web sitesiyle gurur duyduğunu belirtiyor. Dalış faaliyetlerinin yoğun olduğu Güneydoğu Asya, Avustralya, Karayipler ve Avrupa'daki gözlemcilere ulaştık ve iNaturalist portföyünün bir parçası olmaktan büyük fayda sağladık. Sualtında denizatı üzerinde araştırma yapan ilk biyolog olarak, katılımcılar tarafından sağlanan bilgilerin birçok türü daha iyi anlamamıza yardımcı olmasından heyecan duyuyorum. Yaygın olarak incelenen bir tür için bile, kaplan kuyruklu denizatı (Hippocampus geliyor) iSeahorse gözlemleri, Tayland ve Endonezya'daki yeni keşiflerle birlikte IUCN Kırmızı Liste aralığının dışından geldi.

ZSL'nin Kıdemli Denizcilik Teknik Danışmanı ve makalenin ortak yazarı Project Seahorse'un kurucu ortağı Heather Koldewey, Topluluğumuza katkıda bulunanların yardımıyla çok daha geniş ölçekte bilgi toplayabildik diyor. Bu çalışma, boşlukların kapatılmasına yardımcı olarak denizatı bilgisini ilerletmede toplum biliminin değerini ortaya koydu. Denizatları, resmi araştırmaları bile zorlaştıracak kadar şifreli oldukları için toplum biliminden yararlanan büyüleyici türlerdir. Tüm bu çabalardan elde edilen sonuçlar, bilgi üreterek ve katılımı ve eylemi harekete geçirerek deniz topluluğu bilimini teşvik etmenin önemini ve korumada oynayabileceği önemli rolü göstermektedir. 

Kaynak: ubc.ca

Tarih boyunca Lüfer ve Lüfer balığının geleceği

Tarihin akışı boyunca, lüfer hayranlık uyandıran bir cazibe ürünü olmasının yanında kıyı toplumları için bir besin kaynağı da oldu. Eski Yunanlılar onun savaşçı ruhlu olduğunu düşünürken Ege’nin bu kıyısında, Osmanlı İmparatorluğunun zengin ve verimli topraklarında ancak krallara layık bir lezzet olarak tanımlandı. Günümüzde ise yerel balıkçıların gözünde avlanabilecek en değerli balıklardan biri ve halen yerel ekonomilerde hayati bir bileşen.

Lüfer mitolojide de kendinden bahsettiren önemli bir figür. Bunlardan ilki Yunan tanrılarından Poseidon ile ilgili. Poseidon'un atlar tarafından çekilen arabasıyla Lüfer balığının çevikliği ilişkilendirilir. Bu da lüferi ilahi varlıklarla ilişkiliymiş gibi gösteren bağlantılardandır.

Daha önce de bahsettiğim üzere, Lüfer yırtıcı ve hırçınca bir balık. Bu özelliği antik Yunan’da da dikkat çekmiş olacak ki, keskin dişleri ve amansızca av arayışı o zamanlarda da oldukça değerli meziyetler sayılan güç ve cesaretin simgesi olarak kabul görmüş.

Bu balık genellikle bollukla ve bereketle ilişkilendirilmiş bir tür, aynı zamanda oldukça da lezzetli. Bu nedenle tanrılara sunulan adaklar arasında da olması oldukça yüksek bir ihtimal. Bazı anlatımlarda lüferin başarılı, bereketli ve bollukla geçen balık sezonunda Poseidon ve Athena gibi tanrılara sunulduğu geçiyor.

Lüferin belli bir düzen dahilinde olmayan göçleri anlaşılan kehanetlere ve bu davranışın değişim alametleri olarak yorumlanmasına neden olmuş. Lüferin ani gelişi yada birden ortadan yok oluşu iyi veya kötü şansa yorulmuş.

Anlayacağınız, hikayelerde geçen bu davranışların doğrudan lüferle bir ilgisi olmamakla birlikte balığın varlığı, onu saygı duyulan ve üzerine hikayeler yazılan bir varlık olmasını desteklemiş. Tanrılarla bağlantısı, sembolik nitelikleri, ritüeller ve sanattaki rolü, onun antik Yunan dünyasındaki yerinin anlaşılmasına katkıda bulunuyor.

Biraz daha uzaklara gittiğimizde, lüferle ilgili başka efsanelerle de karşılaşıyoruz. Mauri dilinde lüfer denizlerin efendisi olarak da tanımlanan tanrı Tangaroa ile ilişkilendirilmiş. Bazılarına göre bu balık Tangaroa’nın bir habercisi ve okyanuslarla insanların dünyası arasında haberci. Diğer bir inanış, lüferin dünyadan göçüp gidenlerle bağlantı sağlayan bir araç olduğu. Lüfer sayesinde insanlar alemler arasında güvenli şekilde geçiş yapabiliyorlar.

Lüferle ilgili hikayeler bitmedi, bu sefer de dünyanın öte yanına, Japonya’ya gidiyoruz. Japon kültüründe aozora olarak bilinen lüfer, dönüşüm yeteneğine sahip bir canlı olarak tasvir ediliyor. Bazı balıkçıların denize dönmeden önce bilgelik sunan ve dilekleri yerine getiren insan şekline dönüşmüş lüferler gördüğüne dair hikayeler anlatılıyor. Bu hikayeler insanlarla doğal dünya arasındaki mistik bağlantıyı vurguluyor.

Kuzey Amerika’ya gittiğimizde, bu balığın yerliler için oldukça önemli sayıldığından bahsetmeden geçemeyiz. Wampanoag gibi bazı kabileler lüferi bolluk ve refahın sembolü olarak görüyordu. Lüferi hayatlarındaki çeşitli ritüellere dahil ettiler ve bereketli bir hasat dönemi geçirmek ve iyi şans için lüferi kutsamayı ihmal etmediler.

Kelt efsanelerinde yalnızca lüfere odaklanmayan fakat balıkların genellikle hızlı ve çevik oluşlarından mesnet alan bazı hikayeler var. Lüferin hızı ve gücü onu bu efsanevi yaratıklarla aynı hizaya getirmiş ve ona Kelt kültürlerinde saygı ve hürmet kazandırmış olabilir.

Lüferin geleceği 

Denizdeki pek çok türün de başında olan sorunlar Lüferi de ilgilendiriyor ve belirsizlik bu balığın parlak pullarının üzerine karamsar bir gölge düşürüyor. Aşırı avcılık, balığın doğal yaşam alanlarındaki bozulma başta olmak üzere su altındaki ekolojik dengeyi bozan pek çok unsurdan tabii ki Lüfer de muzdarip.

Lüfer su altında yalnızca önemli ve gözalıcı bir yırtıcı yada sofralarımızda vazgeçilmez bir lezzet değil. Geçmişimizi oluşturan efsanelerin bugün yaşayan bir sembolü, yaşamın sürdürülebilir olduğunun ve kalıcılığının bir ıspatı ve belkide dünyanın bize sunduğu ve onları korumamızın gerekliliğini hatırlatan önemli bir imge.

Bu balığın geleceğini korumak için alacağımız önlemleri, denizle ilgili diğer kriterlerden ayrı bir yere koyamayız. Bugün denizden elde ettiğimiz faydayı gelecek nesillere de sağlayabilmek için baız önlemleri almak zorundayız. Bunlara bazı örnekler şöyle sıralanabilir:

ASC yada MSC gibi kuruluşlar tarafından sertifikalanmış deniz mahsüllerini tüketmeye özen gösterebilirsiniz. Bu standartlar balıkların ve balıkların yetiştiriciliğinin yapıldığı çiftliklerin kendi içlerinde ve çevreleriyle olan sosyal ilişkilerini iyileştirmek konusunda oldukça önemli kriterlerin yerine getirilmesini şart koşuyor.

Fotoğraf: elevated wild

Lüfer balığının iki deniz arasındaki macerası

Lüfer, Karadeniz ile Marmara Denizi arasında akıntıları ve rüzgarları takip ederek göç eden bir balık, uçarı bir gezgin, dizginlenemez bir maceracı. Bu göçün nedeni ise aslında oldukça tanıdık ve belki de insanî; beslenme, kışlama yada yazlama hatta daha iyi şartlar altında üreme.

İlkbahar aylarında Karadeniz’in ısınmasıyla birlikte daldığı kış uykusundan uyanan Lüfer, besin yönünden oldukça zengin olan Marmara denizine doğru hareket eder. Planktonca zengin olan bu sulara doğru başlayan göç, deniz altı ekosisteminin tümüne fayda sağlayan bir beslenme çılgınlığını da tetikliyor.
İlkbahar ve yaz ayları boyunca Marmara’nın her bakımdan zengin sularında avlanıp beslenen Lüfer, kuzeye doğru çıkacakları uzun ve zahmetli yolculuk için enerji ve biraz da moral depoladıktan sonra, hayatlarındaki en önemli işlevi yerine getirmek için artık hazırdır: Yumurtlamak.

Eylül ayı geldiğinde  günler belirgin şekilde kısalmaya başladığında ve güneş ışığının dünyaya geliş açısı da bariz şekilde kırıldığında Lüfer için göç zamanı tekrar gelir. Doğada hayatta kalmak konusunda ustalaşmış olan her hayvanın içindeki hatasız çalışan pusula bu sefer Lüfer’e yeniden kuzeye doğru yola çıkmasını ve yumurtlamak için hazırlanmasını işaret eder ve böylece balığın Marmara’dan Karadeniz’e olan yolculuğu da başlar.

Ekim ve kasım ayları, lüferin Karadeniz’de üremesi için en elverişli koşulları sağlar. Avcılardan korunarak ve bol miktarda bulunan yiyeceklerin eşliğinde yumurta bırakarak bir sonraki neslin oluşmasını sağlarlar. Yumurtlama işinin tamamladıktan sonra erişkin lüferler derine doğru göç ederler ve Karadeniz’in derin, karanlık ve soğuk sularında yeni bir “kış uykusu”na hazırlanırlar. Metabolizmanın oldukça yavaşladığı durgun dönem, balığın bir sonraki mevsim dönümünde yeniden aynı göçü gerçekleştirmesi için gerekli olan enerjiyi depolaması için de fırsat sağlar.

Lüferin göçü, bir yerden bir yere gerçekleşen sıradan ve basit dinamiklerle sabit değildir. Bu balık fırsatçı besleyicidir ve göç rotasının belirlenmesinde besin bulunabilirliği ve denizdeki akıntıların yönleri oldukça önemlidir. Genellikle küçük balık sürülerini takip ettikleri için denizde oldukça hareketli bir gösteri yaparlar.

Fotoğraf: BJ Stacey @ flickr