Rus isimli bir Amerikan havyar üreticisi nasıl sürdürülebilir mersin yetiştiriciliğinde öncü oldu?

Tsar Nicoulai (Çar Nikolay) Çiftliği, sürdürülebilir su ürünleri yetiştiriciliğinin geleceğini yeniden şekillendiren Sterling Caviar ve The Fishery Inc.'in de aralarında bulunduğu öncü mersin balığı yetiştiricilerinin bir parçasıdır. UC Davis'te su ürünleri yetiştiriciliği uzmanı ve yardımcı doçent olan Jackson Gross'a göre, Sacramento County'deki bu çiftlikler Amerika Birleşik Devletleri'nde üretilen havyarın yaklaşık %90'ını sağlıyor.

Bu miktar küresel pazarın nispeten küçük bir kısmını oluştursada, AB balıkçılık raporuna göre ABD, 2018 yılında küresel olarak üretilen 380 ton havyarın yaklaşık 18'ini sağladı. Bunun yanında Amerikalı üreticinin fiyatları karşılaştırılabilir ancak biraz daha düşük: Çar Nikolay havyarı ons başına $55 - 400 dolar arasında seyrederken, Rus havyarının ons başına yaklaşık $80 - 800 dolar arasında olduğu ve nadir türlerden gelen havyarlarda dört rakamlı fiyatlarda hakim olduğu görülüyor.

Ancak Kaliforniya'daki bu tedarikçiler, yakındaki nehirlerde kendi halinde yüzen ve yaşamaya devam eden yabani mersin balığı popülasyonunu korurken, yavaş yavaş ve bilinçli bir şekilde havyar endüstrisini dönüştürüyor.

Örneğin Çar Nikolay'daki güneş panelleri yaklaşık 50.000 mersinbalığı barındıran balık tanklarını soğutmak için güneş ışığını güce; balıkların dışkıları ise gübreye dönüştürülüyor. Daha az su kullanmak için yeni sistemler geliştiriyorlar ve balığın daha fazla kısmını kullanmanın yeni yollarını buluyorlar.

Gross, Beyaz mersinbalığının yetiştirilmesi, Kuzey Amerika'da kimsenin hakkında pek fazla konuşmadığı en büyük koruma başarı öykülerinden biridir diyor.

Peki, kulağa Rus gibi gelen bu havyar üreticisi buraya nasıl geldi?

Çar Nikolay aslında ABD'li. İsveçli bir çiftin San Francisco'da kurduğu şirketin pazarlama başarısı. California Sunshine, Inc. ismiyle başladılar fakat pek ilgi görmeyince markayı "Tsar Nicoulai" olarak değiştirdiler.

Mats ve Dafne Engstrom, 1980'lerde deltanın yabani mersinbalığını merak etmeye başlamışlardı. Havyarın Rusya veya İran yerine Kaliforniya'dan gelmesi fikri onları büyüledi. Mersin balığı yetiştiriciliği hareketi daha yeni başlıyordu; Sterling'in selefi 1983 yılında Wilton'da mersin balığı üretimine başlamıştı. İlham alan Engstrom'lar, 1984 yılında, Rus doğumlu UC Davis bilim insanı ve Mersin balığı yetiştiriciliğinin babası olarak anılan Serge Doroshov'un yardımıyla aynı kasabada bir çiftlik açmaya karar verdiler.

Doroshov'un araştırması, ortalama ~122 ila ~183 cm uzunluğunda ve olgunlaştığında ~37 ila ~50 kg olan ancak ~610 cm uzunluğa kadar büyüyebilen bu devasa balıkların, çiftlik ortamında vahşi ortama göre çok daha hızlı olgunluğa ulaşabildiğini buldu, bu oran yıllar geçtikçe hızlandı. Günümüzde, çiftlikteki mersin balıklarının ortalama üreme yaşı, yaban mersin balıklarında görülen 24 yıla kıyasla 6 yıl. Bu değişim, mersin balıklarının beslenme düzenlerini, oksijen seviyelerini ve su sıcaklıklarını optimize eden yetiştiriciler tarafından gerçekleştirilmiştir. Gross, nesiller boyunca daha hızlı üreyen mersin balıkları, yetiştirilen mersin balığı popülasyonunun genelinde daha büyük bir oranı oluşturmaya başladı diyor.

Ali ve Marai Bolourchi’nin sahipliğindeki balık üretim tesisinde, tanklar sadece güneşten değil, tankları aynı zamanda bir ziyafet için mükemmel bir yer olarak gören şahinlerden de korunuyor. Havuzlarda binlerce fingerling yani yavru haldeki mersin balığı yüzüyor. Yaklaşık on iki kişilik ekip, mersin balıklarının her gelişim aşamasında onlarla ilgilenmek için tesis içinde yaşıyor. Bu görev, oksijen seviyeleri veya sıcaklıklar değişmeye başlarsa akıllı telefon uyarıları gönderen tank teknolojisiyle destekleniyor.

Üçgen çıkıntılardan veya pullardan oluşan zırhlarıyla mersin balıkları sadece tarih öncesinden günümüze gelmeyi başarmış modern fosiller gibi görünmüyor. ABD Balık ve Vahşi Yaşam Servisine göre, bu türün geçmişi 200 milyon yıl öncesine yani dinozorların zamanına kadar uzanıyor. Ancak yaban mersin balıkları, günümüzün değişen dünyasında pek çok diğer tür gibi zorluk çekiyor.

Geçen yaz Delta, San Francisco ve San Pablo Körfezleri’nde büyük bir kırmızı alg patlaması sırasında yüzlerce mersin balığı öldü ve kıyıya vurdu. Bu, Körfez Bölgesi haliçlerinde kaydedilen en büyük mersin balığı ölümlerinden biriydi. Ancak Wilton çiftliğindeki balıklar bu tür tehlikelere karşı da korunuyor. Çiftlik, balık tanklarından çıkan suyu temizlemeye yardımcı olan kapalı devre bir su sistemi kullanıyor. Bu yan ürünler nitrojen ve diğer besinler açısından zengin olduğundan, çiftlik onlarca yıldır bu suyu su sümbüllerinin yetiştirildiği göllere gönderiyor. Buna karşılık bitkiler atık suyu emerek suyu balık tanklarına geri döndürüyor.

Ali Bolourchi, Bunlar temelde doğanın organik biyofiltresi diyor.



Bolourchi ve ekibi, son sekiz yıldır su ve enerji tasarrufu da dahil olmak üzere çeşitli alanlarda sürdürülebilirliği artırmak ve kendilerine Whole Foods'tan 2018 yılında çevresel koruma ödülü kazandıran güneş enerjisiyle kendi kendine yetme konusundaki çalışmalara yöneldi.

Aynı yıl, David Agus ve Oracle'ın kurucu ortağı Larry Ellison'ın Sensei Çiftlikleri ile uzun vadeli bir ortaklık kuruldu ve bu besin açısından zengin balık tankı suyu kullanılarak ürün yetiştirilmeye başlandı. O zamandan beri Bolourchi, 15 Eylül'de test edilmeye başlanacak yeni bir balık tankı türüne yatırım yaptı. Bu tank, balık atıklarını doğrudan gübreye dönüştürecek.

Hasat zamanı geldiğinde, her yıl 750 ila 1250 mersin balığı, tesiste bulunan fümeviye ve steril, soğuk odalara alınır. Burada odak, balığın mümkün olduğunca çoğunu kullanarak israfı en aza indirmektir. Burada mersin balığı yalnızca havyar için değil füme ve pate de dahil olmak üzere daha fazlası için kullanılır. Bunlar yerel pazarlara ve Marai Bolourchi'nin bal ile, vanilya kreması ve golden osetra havyarı ile eşleştirilmiş mısır ekmeği madelene gibi yemekler servis ettiği San Francisco Feribot İskelesi'ndeki Havyar Kafe'ye gönderilir.

Yüksek teknoloji kullanımı gençleri tarım ve hayvancılıkta çalışmaya teşvik edebilir

Kapalı devrede devirdaim yapan su ürünleri yetiştiriciliği ve akuaponik su ürünleri yetiştiriciliği gibi teknolojiye dayalı gıda üretimindeki büyüme, gençleri tarım iş gücüne geri getirebilir.

Mississippi Eyalet Üniversitesi Yaban Hayatı, Balıkçılık ve Su Ürünleri Yetiştiriciliği Bölümü Emeritus Profesörü Dr.Louis R. D'Abramo, özellikle Kuzey Amerika'daki gençlerin, kırsal yaşamın dışındaki meslektaşlarının aksine genellikle kırsal yaşamı çekici bulmadıkları için geçerli olduğunu belirtti. 

Bu durum her ne kadar Amerika için tanımlanmış olsa da, Türkiye'deki gençlerin de özellikle kırsal kesimde yaşama ve orada iş yapmak konusunda pek istekli olduklarını söyleyemeyiz. Kırsaldaki erişim, lojistik ve iletişim gibi başlıca sorunlar gençleri şehirlerden uzaklaşmak konusunda isteksiz kılıyor olabilir.

Uluslararası öğrencileri dört yıllık lisansüstü programlara çekmek zor değil çünkü çoğu durumda, ekonomiye önemli ölçüde katkıda bulunan gelişmiş su ürünleri yetiştiriciliği endüstrilerine sahip ülkelerden geliyorlar ve sektörde çalışmaya istekli birçok kişi farklı yaşam tarzlarına sahip ve genellikle kırsal alanlarda yaşıyor diyor D'Abramo.

Çoğu çiftliğin bulunduğu uzak bir ortamda çalışmaya yönelik isteksizlik, Kanada'da su ürünleri yetiştiriciliği iş gücünü cezbetme ve elde tutmada önemli bir zorluk olarak yankılanıyor. Kanada Tarım İnsan Kaynakları Konseyi'nin "İşgücü Piyasası Tahmini 2029" raporu, bunun endüstrinin genişlemesini geciktirebileceğini veya engelleyebileceğini söylüyor.

Gençlerin çiftlik işlerinden uzaklaşması, yaklaşık bir nesildir devam ediyor, ancak su ürünleri yetiştiriciliğinin özellikle "kontrollü çevre tarımı" olarak adlandırılan alanlardaki genişlemesi biraz rahatlama sağlayabilir.

Gıda üretim sistemleri daha teknolojiye dayalı hale geldikçe ve çiftlik alanlarının şehir merkezlerine daha yakınlaşmasına izin verdikçe, çeşitli disiplinleri okuyan daha fazla genç insan buna dahil olmaya ikna edilebilir.

İşletme geçmişi olan kişilere, büyük olasılıkla su ürünleri yetiştiriciliği işletmeciliğine ağırlık veren bir MBA kazanmış kişilere ve iki yıllık bir kolejden önlisans derecesi ile özel olarak eğitilmiş ve mezun olan kişilere ihtiyaç duyulacaktır diyor D'Abramo.

Virginia Deniz Ürünleri Tarım Araştırma ve Genişletme Merkezi Direktörü Dr. Michael Schwarz, kontrollü çevre tarım şemsiyesi altında daha hızlı büyüyen segmentin akuaponi olduğunu söylüyor. Büyümesini çiftlik çiftlikleri değil, ticari ölçekli üreticiler yönlendiriyor, diyor.

Endüstriden ve yatırımcılardan ipucunu alan Virginia Tech’in yeni SmartFarm İnovasyon Ağı, odak noktasının SmartFarm teknolojileri olduğu bir Kontrollü Çevresel Tarım İnovasyon ve Eğitim Merkezi kurdu.

Akuaponiklere önemli bir sermaye yatırımı görmeye başlıyoruz, bu da çoğu durumda salmonidi üretimle ilişkilendiriyor. İş gücünde birden fazla, farklı disipline ihtiyacınız olanlarda. Su ürünleri yapıyorsanız, balık yetiştiren insanlara ihtiyacınız var; bitkileri anlayan, üretim, sağlık, hastalık kontrolü, hasattan biyogüvenlikten anlayan insanlara dedi Schwarz.

British Columbia'daki Vancouver Island Üniversitesi'nde (VIU) öğrenciler, gıda üretiminin ekolojik ayak izini azaltan mahsul çeşitlendirmesini ve gelişmiş çiftlik ekonomisini ve entegre bir gıda üretim sisteminin nasıl işletileceğini anlayarak ekonomik, çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik hakkında bilgi edinirler. VIU’nun kültür balıkçılığı serası benzersizdir çünkü bir soğuk su balığı olan mersin balığı yetiştirir, oysa çoğu işlem tipik olarak tilapia gibi ılık su balıkları yetiştirir.

VIU’nun Balıkçılık ve Su Ürünleri Teknolojisi Programında birinci sınıf öğrencisi olan Holli Desrocher, Şu anda ekilebilir arazimiz tükeniyor, bu yüzden aquaponics kullanabileceğimiz bir alternatif." Diyor. Kendi kendine yeterli olması için daha fazla şey öğrenmek istedim. Büyüdüğümde ve çocuklarım olduğunda ailemi beslemek için kendi sebzelerimi yetiştirmek istiyorum. diyor.

D’Abramo, hem endüstri hem de akademi için yapılacak çok iş olduğunu kabul ediyor.

ABD'de su ürünleri yetiştiriciliğinin olduğu gibi pazarlanması gerekiyor. Su ürünleri yetiştiriciliği yapan insanlar gerçekten de "dünyayı kurtarmaya çalışıyorlar." Bu, insanların dikkatini çekiyor. Akademinin bilgilendirmek için sosyal medya gibi çıkışlar bulması gerekiyor. Bu yaklaşım, mevcut nesiller için çok önemlidir. Özel sektör ve üniversite araştırmacıları arasında işbirliğini teşvik eden bir ortam şart” diyor.

Ayrıca, yanlış bilgileri ortadan kaldırmaya yardımcı olmak için kendisi gibi araştırmacılara “su ürünleri yetiştiriciliği hakkında daha iyi ve daha sık iletişim kuran kişiler olma” görevini verdi. "Kamuoyuyla etkili iletişim, genellikle üniversite araştırmacılarının güçlü bir noktası değildir" diye itiraf etti.

aquaculturenorthamerica.com'daki yazıdan Türkçe'ye çevrilmiştir.

Probiyotikler mercan ağarmasının önüne geçmede başarılı olabilecek mi?

Marketlerin raflarında kendi içimizdeki mikrobiyal yaşamı geliştirmeyi ve iyileştirmeyi hedefleyen bir sürü probiyotik - yani iyi bakteri içeren yoğurt, kefir yada buna benzeyen pek çok ürünle oldu. Ürünlerin işlevselliği ve faydasıyla ilgili kanıtlar ve mekanizmaları biraz karmaşık gibi görünse de, bu mikropların vücudumuz üzerindeki etkerinin oldukça büyük olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Sadece biz insanlar değil, etrafınızda gördüğünüz her canlı yaşamlarına etkili mikroskobik yaşamın zengin topluluklarını bünyesinde barındırır. Dünyadaki mercan resiflerini oluşturan minik koloni hayvancıkları için ise bu ilişkiler özellikle önemli bir rol oynar. Mercanlar gelişmek için mikroskobik alg ortaklarına ve diğerlerine güveniyor. Fakat, bir mercan için tehlikeli stres varlığının en bariz işareti ağartmadır. Normalde şeffaf olan hayvanın besin için güvendiği çözüm ortağı ve aynı zamanda mercana rengini veren algleri attığında ortaya çıkan şey ağarmadır.

Ağartma son yıllarda mercan resiflerinde sıklıkla görülen bir olay ve giderek daha fazla mercan resifini etkiliyor. 2014 ile 2017 yılları arasında deniz suyu sıcaklıklarınında meydana gelen dalgalanmalar küresel resiflerin yüzde 75'inden fazlasında kitlesel ağamaya neden oldu ve bunun sonucunda resiflerin neredeyse üçte biri yok oldu. Bu büyük bir sorun.

Mercan resifleri okyanuslarımızın yalnızca yüzde 1'ini kaplamasına rağmen, tahminen dört deniz hayvanından biri hayatta kalmak için bu resiflere ihtiyaç duyuyor. Mercan resifleri aynı zamanda insanların gıda güvenliği açısından da kritik önem taşıyor ve dünya çapında 6 milyon balıkçıyı destekliyor.

Bir tür canlı kaya olarak tanımlayabileceğimiz mercan resiflerinin karşı karşıya olduğu tehditleri azaltmak için en önemli önlem, fosil yakıt kullanımını azaltarak atmosferdeki sera gazını azaltmaktan geçiyor fakat öte yandan dünyanın dört bir yanındaki bilim insanları mercanlara zaman kazandırmak için çaresizce geçici önlemler arıyorlar. Bazıları daha fazla sıcağa veya küresel ısınmasıyla doğrudan ilişkili olan daha asidik sularda yetişebilen mercanlar yetiştirmek üzerine çalışıyor, bazıları deniz koruma alanlarındaki resifleri korumak ve zarar görmüş bölgelerde yeni mercanların büyümesini sağlamaya çalışıyor.

Bu çabaların içinde bazı araştırmacılar da mercanların gelişmesine yardımcı olan mikropların düzeylerini artırmak için mercan probiyotikleri geliştirmeye çalışıyor ve bu yaklaşım bir miktar umut vaat ediyor.

Suudi Arabistan'ın Thuwal kentindeki Kral Abdullah Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden (KAUST) deniz mikrobiyoloğu Raquel Peixoto, önce laboratuvarda test ederek, daha sonra da Kızıldeniz'deki mercan bahçelerinde deneyerek mercan probiyotikleri fikrine öncülük etti. 2021 tarihli "Rebuilding Coral Reefs: A Decadal Grand Challenge" başlıklı raporun ortak yazarı Peixoto, yaklaşımın risk altındaki mercan resiflerinde dayanıklılık oluşturan önleyici bir tedavi unsuru olarak hizmet edebileceğini umuyor.

Knowable Magazine, mercan probiyotikleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için, 2021 Annual Review of Animal Biosciences'de araştırmayla ilgili bir makalenin ortak yazarı olan Peixoto ile konuştu.

Mercan resiflerini ve mercanların iklim değişikliğinden nasıl etkilendiğini araştırmaya olan ilginizi ne tetikledi?

Okyanusa her zaman çok bağlı olduğumu düşünüyorum. Ben bir sörfçüyüm. Ben bir dalgıcım. Ve bu ekosistemlerden bazılarının ölmekte olduğunu bilmek benim için dehşet verici. Biraz klişe gibi gelebilir ama gerçekten çocuklarımın hâlâ mercanlardan keyif alabilmelerini istiyorum; sadece ekolojik önemleri nedeniyle değil, aynı zamanda güzellikleri ve karmaşıklıkları nedeniyle. 

Biyologların "holobiont" dediği mercanlarla ilişkili mikroorganizmaların çeşitliliği hakkında şu ana kadar ne biliyoruz?

Holobiont için önemli olan bazı mikroorganizmalar ve bunların nasıl etkileşime girdiği hakkında bir fikrimiz var, ancak anlaşılması gereken daha birçok ilişki var. Henüz emekleme aşamasında olan bir araştırma alanıdır.

Hakkında en çok bildiğimiz klasik ilişki, mercan konakçısı ile algler arasında. Bu fotosentetik algler mercanın besininin çoğunu sağlar ve mercan da algleri korur ve onlara besin sağlar.

Ancak mercanlarla yaşayan virüsler, bakteriler, arkeler ve mantarlar söz konusu olduğunda henüz yüzeyde kalıyoruz. Şu ana kadar bildiğimiz şey, mercanların kendilerine gelişebilecekleri bir ekosistem sağlaması karşılığında, bu tür organizmaların mercanları zararlı mikroplara karşı korumaya yardımcı olduğudur. Hem mantarlar hem de bakteriler besin sağlar ve toksik bileşiklerin azaltılmasına yardımcı olur, hatta mercanların iskeletlerini oluşturmasına ve UV ışığından kaynaklanan hasarı önlemesine yardımcı olabilir.

Anlamaya çalıştığımız şey yalnızca mercanlar ve mikroplar arasındaki ilişki değil, aynı zamanda mikroplar ve mikropların hepsinin içindeki etkileşimlerdir. Hepsi birbirine bağlı.

Mercanlar strese girdiğinde holobionta ne olur?

Mercan resiflerinde, deniz sıcaklığında dalgalanma olduğu esnada meydana gelen şey, tıpkı alglerin stres altındaki mercanlar tarafından dışarı atılması gibi diğer mikropların da dışarı atılmasıdır. Bu faydalı mikropların yerini patojenler alabilir. Daha sonra, bakterilerin sağladığı yararlı rollerin kaybının yanı sıra, mercanın yeni gelen bir patojenle de başa çıkması gerekir. Yani bu ikili bir sorun.

Mercan probiyotikleri nasıl yardımcı olabilir?

Probiyotikler canlı organizmalardır; konakçıya bir tür fayda sağlayan mikroorganizmalardır. Hastalıklarını tedavi etmek için probiyotikler halihazırda arılar, kurbağalar ve yarasalar için kullanılıyor.

Laboratuvarımda bu denklemdeki bakteriyel rolü, yani bakterilerin ve diğer mikropların, mercan ve alg sağlığına nasıl katkıda bulunduğunu anlamaya çalışıyoruz. Aynı zamanda holobiontu manipüle edip geri getirip getiremeyeceğimizi anlamaya çalışıyoruz. Eğer mercanlar stres altındayken probiyotiklerle destekleyerek faydalı mikropları yeniden uygulayabilirsek, o zaman belki sağlıklı bir holobiontu koruyabilir ve mercanların patojenler tarafından aşırı büyümesini önleyebiliriz.

Yani, tıpkı bozulmuş bir ormanda ağaçları yeniden dikmeye çalıştığımızda olduğu gibi, mercanlarda da faydalı mikropları yeniden dikmeye çalışıyoruz.


 Hangi mikropların mercan probiyotikleri olarak çalışabileceğini nasıl öğrenirsiniz?

Mercanlar için hangi bakterilerin önemli olduğunu bulma arayışımızda doğal resiflerden canlı mercan örnekleri alıyoruz. Daha sonra genomlarına bakarak orada ne olduğunu görmek için mikrobiyal topluluklarını analiz ediyoruz. Ayrıca fizyolojilerinin hangi yönlerinin mercanlara yardımcı olabileceğine dair bir fikir edinmek için genleri de inceliyoruz.

Potansiyel probiyotik karışımları oluşturmak için, mercanlar için koruyucu olduğunu varsaydığımız genetik ve fizyolojik mekanizmayı barındıran yaygın, yerli deniz mikroplarını seçiyoruz. Potansiyel patojenleri dikkatlice hariç tutuyoruz.

Laboratuvardaki deneyleri kullanarak, bu koruyucu mikropların altında yatan mekanizmaları, yani mercanların hayatta kalmasına nasıl yardımcı olduklarını doğruluyoruz. Bunu "omik" (meta-transkriptomik ve metagenomik) kullanarak yapıyoruz; başka bir deyişle, mercan konakçısında ve mikrobiyomunda hangi genlerin etkinleştirildiğini takip ediyoruz ve bunu mercanların sağlık durumuyla ilişkilendiriyoruz.

Yani, bakterileri konakçı mercanlardan izole ediyoruz, onları laboratuvarda büyütüyoruz, laboratuvarda sadece iyi olanları seçiyoruz ve sonra tekrar mercanlara uyguluyoruz. Mercan poliplerinin içinde veya dışında, mercanlarla birlikte yaşayan iyi mikroorganizmaların sayısını artırmaya çalışıyoruz. İyi bakterileri muhafaza edip yenileyerek mercanlara patojenlerle ve iklim değişikliğinin etkileriyle mücadelede daha iyi bir şans verebiliriz.

Mercan probiyotiklerinin ısı koruyucuları olarak etkinliğini laboratuvarda nasıl test ettiniz?

Probiyotiklerle bir çözümümüz var ve probiyotik içermeyen, plasebo olarak sadece salin içeren bir çözümümüz var. Mercan parçaları tanklarda. Sağlıklı mercanlardan izole ettiğimiz ve daha sonra kültüre aldığımız bakterilerin bir karışımı olan probiyotiği bazı tanklara, diğer tanklara ise salini koyuyoruz ve iklim değişikliğinin etkilerini taklit ederek hepsini yüksek sıcaklığa maruz bırakıyoruz ve ne olacağını görüyoruz. . Buna paralel olarak aynı testleri artan sıcaklığa maruz kalmayan mercanlar üzerinde de yapıyoruz.

Aradığımız şey mercanların hayatta kalması. Mercan rengine mercan sağlığının bir göstergesi olarak bakıyoruz. Mercanlar bir renk sürekliliğine göre sağlıklı, solgun, ağartılmış, kemik beyazı veya ölü olarak derecelendirilir. Bu deneyde probiyotikle tedavi edilen mercanların ölmediğini gördük. Ve plaseboyla tedavi edilen mercanlar deneyin sonunda ya öldü ya da çok kötü durumdaydı.

Geliştirilen faydalı mikropların kokteyli, mercanların petrol sızıntısının etkilerine ve bakteriyel patojen Vibrio coralliilyticus'un neden olduğu enfeksiyona karşı iyileştirilmesinde de umut vaat ediyor.

Probiyotiklerin laboratuvardaki tanklarda mercanların hayatta kalmasını artırmaya yardımcı olabileceğine dair kanıt gösterdiniz. Olan bitenin ardındaki mekanizmalar hakkında henüz bir şey biliyor muyuz?

Bazı fikirlerimiz var. Probiyotiklerin, mercanlara bulaşıcı hastalıklar getiren bakteriler, virüsler, mantarlar ve protozoalar gibi bazı fırsatçı patojenlere karşı mercanların bağışıklık tepkisine bir şekilde yardımcı olduğunu biliyoruz. Probiyotikler ayrıca, ısı stresine maruz kalmış alglerin ürettiği zararlı, kararsız, oksijen içeren moleküllerin sayısında bir dengesizlik olduğunda oksidatif stresi de hafifletiyor gibi görünüyor.

Örneğin, katıldığım bir 2021 araştırmasında, Mussismilia hispida mercanına özel olarak hazırlanmış probiyotik tedavi karışımında yer alan altı bakteri suşundan üçü (iki Bacillus lehensis suşu ve bir Bacillus oshimensis suşu) DMSP'yi (dimetilsülfoniopropiyonat) bozduğu için seçildi. . Bu, küresel olarak yaygın olan, mercan holobiontunda doğal olarak bulunan ve ekosistemler için önemli olan bir kükürt bileşiğidir. Bazı araştırmacılar DMSP'yi, sağlıklı bir mercan ekosistemindeki birçok iş için yararlı olan bir İsviçre çakısı olarak düşünüyor. Örneğin karbon kaynağıdır, antioksidan görevi görür ve hidrostatik basınca karşı koruma sağlar.

Ancak mercanlar strese girdiğinde DMSP'nin miktarı ve konsantrasyonu artar. Yüksek konsantrasyonlarda DMSP patojenlere karşı çekici olarak çalışır.

Probiyotikleri uyguladığımızda DMSP'yi parçalayan bakterinin holobionta yerleştiği görüldü. Yüksek sıcaklıkta, metabolomiklere (hücre metabolizması sırasında mercanların içinde meydana gelen kimyasal reaksiyonlar) baktığımızda önemli farklılıklar görebiliyorduk. DMSP konsantrasyonunu karşılaştırdığımızda plasebo uygulanan mercanlarda daha yüksekti. İşlem görmüş mercanlarda DMSP konsantrasyonunun düştüğünü görebiliyorduk ve bu, mercan sağlığının iyileşmesiyle ilişkilendiriliyordu.

Şu ana kadar probiyotiklerin mercan resiflerine uygulanmasının istenmeyen olumsuz sonuçlara yol açabileceğine dair herhangi bir gösterge var mı?

Hiç de bile. Bunu henüz yayınlamadık ama Kızıldeniz'deki resifte bir pilot deneyde probiyotik uyguluyoruz. Bu, Mercan Probiyotik Köyü dediğimiz yerde iyi kontrol edilen, izole edilmiş bir deney. Bu, yabani mercanlarda termal ağartmayla mücadele eden probiyotiklerin ilk testidir. Şu ana kadar herhangi bir istenmeyen etki görmedik.

Aslında, eğer mercan daha sağlıklıysa tüm ekosistemin de daha sağlıklı olacağını düşünüyoruz çünkü büyük ve küçük pek çok organizma barınma ve yiyecek için mercanlara bağımlı. Halihazırda deniz suyunda bulunan malzemeleri kullandığımız için bakteriyel arıtmanın herhangi bir hasara yol açması pek olası değildir.

Ağartılmış resifler de dahil olmak üzere bozulmuş resiflerde patojen bolluğu artmış gibi görünüyor. Bu yüzden hiçbir şey yapmazsak istenmeyen etkinin ortaya çıkacağını düşünüyorum. Çünkü o zaman patojenler aşırı büyüyecek ve hastalığa neden olacaktır. Bu patojenler yayılıp resifteki diğer organizmalar ve en sonunda bizim için sorunlara neden olabilir. Laboratuarda gösterildiği gibi prensibimiz, probiyotiklerle iyi mikropları geri kazandırmamız veya korumamızdır.

Mercan probiyotiklerinin tedavi olarak kullanımı ne kadar ölçeklenebilir?

Ölçeklenebilirlik, üzerinde çalıştığımız ve devam eden farklı projelerle ilgili bir konu. Bunlardan biri, tıpkı arka bahçenizdeki sulama veya yağmurlama sistemi gibi resiflere yerleştirilebilen bir sulama sistemidir. Bunu KAUST mühendisleriyle işbirliği yaparak geliştirdik. Resiflere giden hortumlarımız var ve laboratuvarımızdaki probiyotiklerin aşılanmasını cep telefonumuzdaki bir uygulamadan düzenleyebiliyoruz. Bunun oldukça ölçeklenebilir olabileceğini düşünüyoruz.

Ayrıca konuşlandırılabilen ve uzun süreli salınımı olan bakteri hapları da geliştiriyoruz. Bunları dağıtmak için robotları kullanabiliriz. Ölçeklenebilirlik, mühendisler gibi diğer araştırma alanlarıyla işbirliğine bağlıdır.

Bence öncelikle probiyotikleri daha iyi anlamamız gerekiyor; işe yarayıp yaramadığını, nasıl çalıştıklarını ve ekolojik sonuçlarını. Ancak buna paralel olarak, bu tedavinin ölçeklenebilir olmasını sağlayacak araçlar geliştirmeye çalışıyoruz, böylece genişleyecek kadar kendimize güvenirsek, onu hazır hale getirebiliriz.

Bu probiyotikleri her yere aynı anda uygulamamıza gerek yok çünkü mercanların hepsi aynı anda beyazlamaz. Bizim düşüncemiz, mercanlara güç kazandırmak için ağartma olayları meydana geldiğinde yalnızca bir veya iki ay boyunca probiyotik uygulamamız gerektiğidir.

Bir mercan resifinden geliştirilen probiyotikler diğerinde işe yarar mı?

İdeal olarak, yerel çözümler geliştiriyoruz: Probiyotiklerin uygulanacağı yerel olan ve yerli olan bölgeden alınan numuneleri kullanarak probiyotikler geliştiriyoruz. Bu bakteriler yerel koşullara adapte olmuşlardır.

Kızıldeniz'de çalışıyoruz, Kızıldeniz'den malzeme seçiyoruz ve Kızıldeniz'de geliştirdiğimiz probiyotikleri kullanıyoruz. Kızıldeniz mercan holobiontları, başka yerlerde bulunanlardan daha yüksek sıcaklıklarda gelişmek üzere evrimleşmiş ve adapte olmuşlardır. Bu holobiontlar benzersiz bir fırsat sunabilir: Adaptasyonlarını araştırmak ve gerekirse küresel ısınmanın çok muhtemel hızlanan hızına yanıt olarak diğer bölgelerdeki mercanların hızlı bir şekilde alışmasına veya evrimleşmesine yardımcı olmak.

Mercan resiflerinin genel sağlığı açısından gelecek için neyi temel öncelikler olarak görüyorsunuz?

Temel öncelikler CO2 emisyonlarının azaltılması, yerel stres faktörlerinin azaltılması ve aktif restorasyondur. Bu öncelikler dizisi, Uluslararası Mercan Kayalıkları Topluluğu'nun yakın zamanda 2021'de yayınlanan bir bilim politikası belgesinde vurguladığı bir şeydir. Bu sütunların eşit derecede önemli olduğunu vurguladık. Eğer mercanları kurtarmak istiyorsak hepsini yapmalıyız.

İklim değişikliği nedeniyle mercan resiflerinin zarar görmesi çok büyük bir sorun ve bu çok hızlı oluyor. Bazıları, devam eden küresel ısınmanın ortasında mercanlar için probiyotikler geliştirmeye çalışmanın Titanik'teki şezlongları yeniden düzenlemeye benzediğini iddia edebilir. Buna nasıl cevap verirsiniz?

Şu anda çok az seçeneğimiz var. Ve hepsini keşfetmemiz gerekiyor. Probiyotikler söz konusu olduğunda resifi kurtarmaya çalışmıyoruz. Resifi kurtarabilecek tek şey, CO2 emisyonlarını azaltmanın yanı sıra aşırı avlanma gibi yerel stres faktörlerini de azaltmak için çalışmaktır.

Probiyotiklerin, özellikle şiddetli strese maruz kalacağını bildiğimiz alanlarda bize biraz zaman kazandırabilecek ilaçlar olduğunu düşünüyorum.

Bildiğimiz mercan resiflerinin geleceği konusunda iyimser misiniz yoksa kötümser misiniz?

Ben iyimser kalıyorum. Bu kolay bir iş değil. Ama ne yapacağımızı biliyoruz. Yapılması gerekeni yapacağımız konusunda iyimserim.

Kaynak: knowablemagazine.com

Toplumsal bir dönüşüm aracı olarak su ürünleri yetiştiriciliği, sürdürülebilir bir geleceğin inşasına katkı sağlayabilecek mi?

Sidney New South Wales Universitesi'nden yüksek lisans öğrencisi olan Joshua Noiney, Papua Yeni Gine'deki balık yetiştiriciliğinde devrim yaratmak için balıkçılık alanındaki uzmanlığından yararlandı. Araştırmacının girişimi yalnızca yetiştiricilikte reform yapmakla kalmadı, aynı zamanda toplumsal çabayı yapıcı kalkınmaya, şiddeti azaltmaya ve büyümeyi teşvik etmeye yönlendirdi.

Joshua Noiney, 2017'den bu yana New South Wales Sidney Üniversitesi'nde okurken, Papua Yeni Gine'de su ürünleri yetiştiriciliğine dönüştürücü bir yaklaşımı ön plana çıkarmak üzerine çalışıyor. Ülkenin balıkçılık sektörü hakkında sağlam bir geçmişe sahip olan Noiney, ileri teknolojiyi ve temel eğitimi stratejik olarak yerel balık yetiştiriciliği uygulamalarına entegre etti. Bu geçiş yalnızca endüstriyi güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda toplulukları şiddet geçmişinden kolektif ve kişisel ilerlemeye doğru yönlendiren bir toplumsal katalizör görevi de gördü.

Prof. Sammut'un Noiney ile işbirliği içinde yürüttüğü girişim, akademi ve yerinde uygulama arasındaki başarılı ortaklığın örneğini oluşturuyor. Koalisyon; kurumlar, sivil toplum kuruluşları, Avustralya ve Papua Yeni Gine hükümetleri, okullar, hapishaneler ve yerel topluluklar dahil olmak üzere çeşitli paydaşları bir araya getirdi. Birlikte, su ürünleri yetiştiriciliği sektörünün büyümesinde çok önemli olan  kesintisiz bilgi ve kaynak alışverişini desteklediler.

2009 yılında 11.000 olan balık çiftliği sayısı, her iki ülkeden çok disiplinli ekiplerin ortak çabaları ile 2023 yılına kadar 70.000'in üzerine çıktı. Bu genişleme sadece ekonomik bir zaferi değil, aynı zamanda Papua Yeni Gine'de toplumsal dönüşüm için bir araç olarak sürdürülebilir tarımın etkili gücünü de yansıtıyor. Bu yenilikçi balık yetiştiriciliği modeli sayesinde toplum ilerleme ve istikrar ortamını teşvik eden bir dönüşüm yaşıyor.

Papua Yeni Gine'de Su Ürünleri Endüstrisi

Su ürünleri yetiştiriciliği Papua Yeni Gine'de gıda güvenliğine, geçim kaynaklarına ve ekonomik kalkınmaya önemli katkıları olan önemli bir endüstri. Bölgenin çeşitli su ekosistemleri, balık yetiştiriciliği faaliyetlerinin genişletilmesi için büyük bir potansiyel sunuyor. Papua Yeni Gine'nin su ürünleri endüstrisi, yaylalardan kıyı bölgelerine kadar farklı çevre koşullarına uyum sağlayan tilapya, sazan ve alabalık gibi çeşitli türleri kapsıyor.

Ülkenin deniz kaynaklarına bağımlılığı ve yabani balık stoklarının aşırı tüketimi göz önüne alındığında, bu sektörün ilerlemesi özellikle önemlidir. Papua Yeni Gine'de balık yetiştiriciliğinin büyümesine odaklanarak, doğal stoklar üzerindeki baskıyı azaltabilecek ve biyolojik çeşitliliği koruyabilecek, yabani balık avcılığına sürdürülebilir bir alternatif yaratmaya çalışıyor.

Su Ürünleri Yetiştiriciliğinde Piyasa Tahminleri ve Eğilimler

Küresel su ürünleri pazarının önümüzdeki on yılda önemli ölçüde genişlemesi bekleniyor. Balık ürünlerinin sağlık açısından faydalarının anlaşılmasıyla artan tüketimin yanı sıra artan küresel nüfus da bu öngörülen büyümeyi destekliyor. Teknolojik gelişmeler, daha sürdürülebilir uygulamaların benimsenmesi ve su ürünleri yetiştiriciliğinin gelişimini teşvik eden hükümet girişimleri de sektörün desteklenmesine hizmet ediyor. Papua Yeni Gine'nin durumu, yerel balık yetiştiriciliğinin teknolojik entegrasyon ve stratejik kalkınma çabalarından faydalanması nedeniyle dünya çapındaki bu eğilimleri yansıtıyor.

Bu sektörde başarının devam etmesi; hastalık kontrolü, yem kalitesi, sürdürülebilir tarım uygulamaları ve iklim değişikliğinin etkileri gibi zorlukların ele alınmasına bağlı. Bu sorunların üstesinden gelmenin anahtarı ise uluslararası işbirliği, araştırma ve geliştirmeye yatırım yapılması ve yerel halkın doğrudan katılımını ve endüstrinin büyümesinden faydalanmasını sağlayan toplum temelli girişimlere vurgu yapılması.

Toplumsal Etki ve Sektörel Zorluklar

Su ürünleri yetiştiriciliğinin sürdürülebilir gelişiminin, ekonomik faydaların ötesinde daha geniş toplumsal etkileri var. Noiney ve ekibinin aktif olduğu Papua Yeni Gine gibi bölgelerde balık yetiştiriciliğinin büyümesi, şiddet ve sosyal bozulmanın azalmasıyla ilişkilendirildi. Su ürünleri yetiştiriciliği, alternatif bir geçim kaynağı sağlayarak ve topluluk uyumunu teşvik ederek kırsal alanların genel istikrarına ve refahına katkıda bulunabilir.

Ancak sektör önemli engellerle de karşı karşıya. Balık sağlığı, üreme, yem ve çiftçilik uygulamalarının çevresel sürdürülebilirliği ile ilgili teknik zorluklar ele alınma. Büyümeyi etkili ve adil bir şekilde yönetmek için uygun düzenleyici çerçevelerin oluşturulmasına da ihtiyaç var.

Papua Yeni Gine'de sağlam bir su ürünleri yetiştiriciliği sektörünün geliştirilmesi çok yönlü bir yaklaşım gerektiriyor. Kapasite geliştirme, eğitim ve öğretim, kaliteli girdilere erişim ve pazar geliştirme, sektörün uzun vadeli sürdürülebilirliğini ve etkisini güvence altına alacak hayati bileşenlerdir.

Balık yetiştiriciliği ve sürdürülebilir su ürünleri yetiştiriciliği uygulamalarının daha geniş bağlamı hakkında ek bilgi edinmek isteyenler için Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Balık Merkezi gibi saygın kaynaklar, bu kritik konular hakkında kapsamlı bilgi ve belgeler sunmaktadır. Bu tür platformlar, Joshua Noiney ve ortaklarının Papua Yeni Gine'de gösterdiği ilerlemelerle uyumlu uzmanlık ve veri sunarak dünya çapındaki benzer girişimlere ışık tutuyor.

Deniz koruma alanları oluşturmak ve kıyıları korumak neden odağımızda olmalıdır?

İnsan faaliyetleri neticesinde zarar gören kıyı ve denizlerin devamını sağlamak için koruma alanları oluşturmak zorundayız.

Günümüzde hem Türkiye, hem Avrupa hem de tüm dünya kıyılarını etkileyen bazı ciddi sorunlar var ve bu sorunlar kıyıların fiziksel, kimyasal ve biyolojik şekillerini kalıcı olarak bozarak kıyılara zarar veriyor. Bu sorunları bir kaç başlık altında listelemek gerekirse eğer; bilinçsiz ve kontrolsüz tarım ve balıkçılık faaliyetleri, agresif stratejilerle yürütülen enerji üretim işleri ve çevresel etki değerlendirmesi yapılmadan yada çevreye olan etkileri göz ardı edilerek sürdürülen turizm gibi insan kaynaklı faaliyetler ilk sırada sayılabilir.

Bununla birlikte yaşanan iklim değişikliği, suların ısınması, yeni su yollarının gerek deniz yükselmeleri gerekse insan faaliyetleri neticesinde açılması, farklı ekolojik özellikteki suların birbirine karışması ve yıkıcı hava olaylarına bağlı olarak su altı resiflerinin yıkıma uğraması gibi yine ucu insana dayanabilen fakat doğada kendiliğinden de oluşabilen durumlar sayılabilir.

Flora; yani bitki örtüsü ve fauna; yani hayvan örtüsü üzerinde meydana gelen ve ucu insan faaliyetlerine de dayanan nedeniyle ortaya çıkan baskılar ve yaşanan değişiklikler, koruma çabalarıyla yavaşlatılabilir yada iyi bir yönetimle tamamen ortadan kaldırılabilir. Eğer bir ekosistem parçacığı içindeki bozulmaya karşı kararlı bir koruma önlemi almazsak, başta bazı canlıların neslinin tükenmesi olmak üzere, ekosistem parçacığı içinde ekolojik çölleşmeden bahsetmemiz kaçınılmaz bir gerçek.

Ekosistem parçacığını kurtarmak için alınan koruma aksiyonları tek başına yeterli değildir, insan faaliyetlerini durduran taahhütler de alınmalı ve kıyılarla deniz alanlarının korunmasını sağlamak için bu taahhütlere uyulması sağlanmalı; hatta yıkıcı yaptırımlarla zorunlu kılınmalıdır.

Kıyıların korunmasına katkıda bulunmak kimin görevi olmalı?

Yalnızca sivil halkın bunu tek başına başarması oldukça zor görünüyor. Kıyısal ve denizel koruma alanlarının oluşturulması için kapsamlı devlet desteğinin yaratılması ve devletlerin bu konudaki desteklerinin alınması şart.

Dünyanın kıyı bölgelerinin yalnızca yüzde 15,5'i ekolojik olarak bozulmamış durumda.

Kıyı bozulmaları git gide küresel bir sorun haline geliyor. Queensland üniversitesinin sunduğu bir araştırmanın raporunu indirerek kıyı bozulmalarının etkilerine daha geniş bir perspektiften bakabilirsiniz.

Değerli okyanus ve kıyı alanlarını korumak, yalnızca önemli yaşam alanlarını ve diğer doğal kaynakları korumakla kalmaz. Aynı zamanda, bir alan bozulduktan veya kaybolduktan sonra maliyetli ve bilimsel olarak belirsiz restorasyon çabalarına girişme ihtiyacını da ortadan kaldırır diyor ABD Okyanus Politikası Komisyonu tarafından derlenen ve UNT Library Resources tarafından arşivlenen bir rapor.

Kıyıların korunması ile ilgili aksiyonları almak ve bu aksiyonları uygulamak yönünde çaba sarf etmek, bilinçsiz tarım aktivitelerini ve su ürünleri yetiştiriciliğini, denetlenmeyen turizm faaliyetlerini ve atıkların kontrollü bertarafının yönetimini, enerji üretimi ve kıyıyla etkileşim içinde yapılan diğer eylemlerin yarattığı kötü etkileri azaltmaya yardımcı olur.

Neden daha fazla deniz koruma alanımız olmalı?

WWF, koruma alanını “ekolojik öneminden ötürü koruma altına alınmış olan deniz ve kıyı dilimleri” olarak tanımlanmış. Bu alanların oluşturulmasındaki temel nedeni aslında basit; alanların tehlikelere karşı korunmasının gerekliliği. Balıkçılık yönünden konuşmamız gerekirse eğer, balıkçılık faaliyetlerinin sürdürülmesi için gerekli olan kaynakların devamlı şekilde oluşması için güvenilir alanların sağlanması, deniz koruma alanlarının oluşturulması için tek başına yeterli bir gerekçe.

Akdeniz, dünyadaki toplam su yüzey alanının %4’ünden azını kapladığı halde, denizel canlı türlerinin %10’una ev sahipliği yapıyor. Akdeniz’in önemli sakinleri arasında ise deniz kaplumbağaları, yüzgeçli balinalar ve okyanus hayatında önemli bir rol oynayan deniz çayırları Posidonia oceanica sayılabilir. Bunların yanında onlarca farklı türdeki köpekbalığı, ekonomik değeri de olan balıklar, karidesler ve ahtapotlar yer alıyor. Genel olarak baktığımızda, Akdeniz’de yaklaşık olarak 18.000 bitki ve hayvan türü yaşadığını söyleyebiliriz. Bunların nerdeyse 1/3’ü dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmuyor.

Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler, 2020 yılına kadar Akdeniz’in toplam yüzeyinin %10’unu koruma altına almayı taahhüt ettiler ancak bugün, Akdeniz’in %4’ünden azı koruma altında ve mevcut olan deniz koruma alanlarının çoğunun iyi bir yönetim planı yok. Bu da gerek ekolojik gerekse balıkçılık yönünden değerlendirdiğimizde, Akdeniz’in geleceği konusunda büyük risklerin var olduğunu gösteriyor.

Koruma alanlarına balıkçılık yönünden bakarsak eğer, deniz koruma alanlarının balık ve diğer balıkçılık mahsüllerinin doğal stoklarının toparlanmasını mümkün kıldığını söyleyebiliriz.

Sürdürülebilir balıkçılık uygulamalarıyla birlikte deniz koruma alanlarının teşvik edilmesi, yerel balıkçıların deniz mahsullerinden devamlı fayda sağlamasını ve kıyıda yaşayanların yerli halkınd da bu faydadan mümkün olan en güvenilir şekilde yararlanmasına katkı sağlayacaktır.

Geleneksel balıkçılık Akdeniz’in kimliğinin bir parçası ve kendi çanağının içinde yarım milyon insana istihdam sağlayan önemli bir iş kolu. Fakat bu iş kolunun geleceği de tıpkı denizleri doğrudan etkileyen aşırı avcılık ve kirlilik gibi nedenlerle doğrudan tehlike altında. Türkiye’de faaliyet gösteren bir gözlem grubu olan Mikroplastik Araştırma Grubu’nun sağladığı verilere göz atarak kirliliğin Akdeniz havzası üzerindeki etkilerini daha anlaşılır biçimde gözlemleyebilirsiniz.

Deniz koruma alanlarının balıkçılığa faydaları neler?

  • Deniz koruma alanlarına (DKA) yerleşmiş olan daha yaşlı dişi balıklar üreme aktivitesi yönünden genç balıklara göre daha üretkendir. Çünkü balık büyüdükçe döktüğü yumurta miktarı da artar. Böylece türün devamının sağlanması ihtimali artar. Halihazırda, doğal besin zinciri dışından bir avcı da olmadığı için daha kolay ve hızlı bir toparlanmadan söz edilebilir.
  • Yumurtlama, DKA içinde normal yerlere göre bin kat daha fazla olabilir. Çünkü yumurtlamayı etkileyen stres faktörleri daha azdır. Av olma ihtimalinin de bir stres faktörü olduğu unutulmamalıdır. Koruma alanları içinde de doğal avcılık davranışları sürmekle birlikte, ekstradan bir av baskısı yoktur veya dikkate alınacak kadar yüksek bir seviyede değildir.
  • Deniz koruma alanları, çevreleriyle doğrudan etkileşim içindedir. Koruma altına alınmış olan alanlardaki yumurtalar ve ortaya çıkmış yeni bireyler, akıntı ve dalgaların yardımıyla koruma alanı olarak ayrılmış bölgenin dışına da taşınarak, ekolojik yönden düşündüğümüzde, bölgenin dışının da iyileşmesine önemli katkı sağlar.
  • Akdeniz’deki birçok balık türü yumurtalarını bırakmak için “yuva” yapar. Deniz koruma alanlarında yapılmış yuvalar şu yüzden önemlidir; dibi kazıyan balıkçılık aktiviteleri olmadığı için yuvalar bozulmaz, yuvalar bozulmadığı için de balıkların nesillerini devam ettirmesi daha kolay olur.
  • Verimli bir deniz koruma alanında, balık ve diğer türlerin toparlanması çok uzun sürmez. Deniz koruma alanlarındaki balık nüfusu 3.4 kata kadar artabilir. Bu da yalnızca alanın ekolojik nüfusunu değil tüm bölgenin nüfusunu olumlu yönde etkiler.

Eğer bugün denizi, deniz altı yaşamını ve denizden elde ettiğimiz faydaları korumak istiyorsak, daha fazla deniz koruma alanı oluşturmalı ve bu alanların geliştirilmesi için çaba sarf etmeliyiz.


Resiflerde yaşayan balık türlerinde neden böylesine çok renk farkı var?

Resifler etkileyici yerler, resif balıkları da öyle. Bazıları kilometrelerce uzanan resifleri yuva bilen binlerce, hatta onbinlerce farklı su altı canlısı bu alanlardaki milyonlarca rengi oluşturan benzersiz ekosistemleri oluşturuyor.

Resif ekosistemleri, birbirine uzak ya da yakın pek çok balık, yosun, yumuşakça, sürüngen ve hatta bakteri türüne ev sahipliği yapıyor ve resifleri önemli kılan özel sebeplerden birisi de bu çeşitlilik. İşi balıklar yönünden değerlendirdiğimizde - ki resif balıkları karadaki tuzlu su akvaryumlarında en sık kullanılan türlerdir - taksonomik olarak birbirine yakın olan ailelerde dahi büyük renk değişimleri görülür. İşte bunun sebeplerinden birisi artık belli.

Mercan resiflerinin doğal sakinlerinden olan kelebek balıkları üzerinde James Cook Üniversitesi Mercan Kayalığı Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi tarafından yürütülen bir çalışma, kelebek balıklarının 42 türünü kapsayan geniş bir proje. Araştırmanın elde ettiği sonuçlar ise bir o kadar ilginç, çünkü aynı resifler içinde birbiri ile birlikte yaşayan yakın türler arasındaki renk farkları en fazla. 

Araştırma takımı desenler arasındaki değişiklikleri ve evrim sürecinden nasıl etkilendiklerini inceleyebilmek için yüksek çözünürlüklü dijital fotoğraflar kullandı.

Christopher Hemingson, projenin yürütücüsü ve ilgili makalenin baş yazarı konuyla ilgili olarak araştırmamız gösteriyor ki milyonlarca yıl boyunca kelebek balıkları diğer türlerle aynı yerde yaşadıklarında görsel işaretlerin fazla çeşitlilik gösteriyor diyor. Ayrıca bulduk ki bu, her iki türün de benzer aralıklarda yaşamasıyla gerçekleşiyor.

Araştırmanın diğer yazarı olan Dr. Peter Cowman ise bir türün yaşam alanının diğer türden uzaklaşmasıyla birlikte  desenleşmenin tersine döndüğünü ve renklerde daha az farklılaşma olduğunu belirtiyor. Araştırmanın ortak yazarı ve kıdemli bir araştırmacı olan Profesör David Bellwood, bu araştırmanın sonuçlarının coğrafi menzil dinamiklerin ilk kez deniz balıkları üzerindeki renk etkisini ortaya koyması yönünden son derece önemli olduğunu vurguluyor.

Bu araştırma, kelebek balıkları arasında renk ve desen farklılıklarını aynı anda ölçen ilk araştırmadır. Araştırma bize desen farklılıklarının 300.000 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleşebileceğini ancak milyonlarca yıl boyunca istikrarlı şekilde kalabileceğini göstermektedir.

Hemingston rengin diğer türlerden farklı görünmekten çok daha fazlası olduğunu belirtiyor. Bu renk desenleri ayrıca diğer türlerin de ne olduğuna bağlı olarak değişiyor. Bulmacanın ilginç bir parçası ve resif balıklarının neden bu kadar renkli olduğunu açıklamaya yardımcı olabilir.

sciencedaily.com'daki yazıdan Türkçe'ye adapte edilmiştir.