Durmak bilmeden artan su sıcaklıkları, balıkları yaşadıkları yerlerden ayrılarak daha soğuk sulara göç etmeye zorluyor. Bu da balıkçıların geçim kaynaklarında bir kesinti demek. Bu yüzden balıkçılık düzenlemelerini iklim değişikliği planlarının içine dahil ediyorlar.
Cape Cod Kanalı, Cape Cod Körfezi'nden Buzzards Körfezi'ne sekiz kilometre uzanan serpantinli yapay bir suyolu. Sıcak yaz akşamlarında oltacılar sıralandıkları banklar boyunca çizgili levrek avlamak için itişip kakışır. Ve bundan sonrası Justin Sprague’un 6 Ağustos 2013 akşamı gelecekten yakaladığı balıkla ilgili.
Sprague, tuttuğu büyükçe balığı ilk önce ringa balıklarının cazibesine kapılmış olan bir köpekbalığı sandı. Uzun uğraşlar sonunda kıyıya çekilen balığın başına birikenler, mükemmel yüzgeç ve vücut tasarımıyla bir yelkenbalığının kıyıda yatmakta olduğunu gördüler.
Yelkenbalığının Cape Cod kanalınında yaşamadığını bilmek için bir ihtiyolojist olmaya gerek yok. Istiophorus albicans tropik ve subtropik sularda yaşarken kendi iyi hisseder; New England’ı ara sıra ziyaret ederken Massachusetts’te daha önce görüldüğüne dair bir kayıt yok. Fakat bir çeşit sportif avcılık balığı olan Cobia ve hatta torpido balıklarının bile avcılığı son derece sıradan hale gelmeye başladı. Cape Cod’dan Nova Scotia’ya kadar uzanan Maine Körfezi dünya üzerindeki okyanus sistemlerinden daha fazla ısındı. İklim değişikliği doğal oşeonografik desene (Atlantic Multidecadal Oscillation) eklendiğinden 2004 yılından 2013 yılına kadar su yüzeyi sıcaklığı 3,6F artış gösterdi. Bu durumun ekolojik dönüşümü ise deniz balıkçılığı yönetiminde karışıklıklara küresel ısınmanın dünya denizleri üzerine etkilerini gösteren bir pencere açmak oldu.

Maine Körfezi patırtılı bir değişimle yüzleşti fakat bu değişim yalnızca deniz ekosistemini tepetaklak etmekten uzakta. 2013 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir araştırma -evrensel olarak- balıkların daha yüksek enlemlere kaçtığını göstermekte ve kutupların yaşamayı sevdikleri sıcaklık aralığındaki sularında kalmayı tercih ettiklerini gösteriyor. Okyanusun bu tarafında, Portekiz'de balıkçılar daha sıcak iklimlerden gelen 20 kadar yeni balık türünü avladılar. Chinok salmonları seyrek de olsa Arktik nehirlere girip çıkmaya başladı. Kuzey Avrupa’da sardalyanın ringa ile değişiyor, soğuk suyu seven morina ve Atlantik morinası kuzeye doğru rota çiziyor. Suyun dibinde yaşayarak yaşamlarını orada devam ettiren canlılar ise serin sular için kıta sahanlığından git gide uzaklaşıyor.
Okyanuslar 1880 yılında kayıt altına alınmaya başlamasından itibaren daha sıcak.
Süregelen zamandan bu yana okyanus, küresel iklim değişikliği ile mücadelede en büyük yardımcımız. Atmosferin aşırıya kaçan sıcağının %90 gibi ciddi bir miktarını emiyor fakat bu gezegensel bir sünger gibi davranış artık çanlarını çalıyor. 1970 yılından bu yana küresel ölçekteki deniz suyunun sıcaklığı 1 F kadar arttı ve okyanuslar 1880 yılında kayıt altına alınmaya başlanmasından itibaren artık daha sıcak.
Atlantik Okyanusu’nun sıcaklığı arttıkça okyanusun doğal sakinleri dramatik bir yeniden düzenleme geçirdi. Rutgers Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre bir zamanlar Kuzey Carolina’nın kıyılarında yaşam alanı bulan siyah deniz levreği iki derece yukardaki New Jersey sahillerini yeni evi olarak belirledi, ıstakozlar Long Island’dan kayboldu. Çünkü yükselen sıcaklıklar kabukluları hastalıklara karşı daha çabuk ve hızlı etkiliyordu. Doğal ekosistem için ciddi bir sorun olan ringa ile hatta mavi yengeçler de Maine körfezine yerleşti.
Suların ısınması, deniz için en önemli faktör olmasına rağmen iklim değişikliğinin deniz yaşamına üç yönlü etkisinde yalnızca bir cephe. Okyanusun havadaki fazla karbodioksidi emmesi deniz suyunu daha asidik hale getirir ve kalsiyum karbonat yönünden suyu daha az doygun hale geçirir. Bu da kalsiyum karbonatı doğal olarak kabuk oluşumunda kullanan canlıları tehlikeye atar. Ayrıca daha asitli su balıkları larval dönemlerinde etkiler ve balıkların daha larva aşamasında yaşama şanslarını düşürerek popülasyonların geleceğini tehlikeye atar.
Suyun deoksijenasyonu, yani bizim bildiğimiz tanımıyla suyun içindeki ölü bölgeler suyun asitleşmesinden daha da önemli bir tehlikedir. Bilim insanları şu anda Meksika Körfezi, Chesapeake Körfezi ve içinde tarım atığı biriken körfezlerdeki ölü bölgeler konusunda düzenli olarak bilgilendiriliyorlar ve iklim değişikliği neticesinde bu bölgelerin sayısının günden güne artacağı tahmin ediliyor. Sıcak su, soğuk suya oranla daha az miktarda çözünmüş oksijeni bünyesinde tutmakla kalmaz aynı zamanda tabakalaşma eğilimi gösterir. 1980 yılından beri okyanusların oksijen kaybetmesinin sebeplerinden birisinin bu tabakalaşma olduğu düşünülüyor. Az oksijenle yaşamak konusunda Pasifik kıyılarındaki canlılar adapte olmayı başardı fakat her canlının bir sınırı var. Ortamdaki oksijenin azalması habitatların da yok olmasının önünü açıyor. Hızlı hareket edebilen türler daha soğuk sulara yada suyun daha sığ kesimlerine hareket edebilirken asıl tehlike kolayca yer değiştiremeyen türler için kendini gösteriyor ve bu türler yok oluyor.
Deoksijenasyonun bir diğer acımasız etkisi ise daha sıcağın canlıların metabolizmalarını hızlandırması ve nefes almak için daha fazla oksijen kullanmaya zorlaması. Öyle ki ısınan ve git gide daha ılık hale gelen su morinaların, kaya yengeçlerinin ve tatlı su gelincik balıklarının dağılımını etkiliyor. Eğer uzun dönem balıkçılık planları yapılacaksa artık okyanuslardaki oksijen kayıpları bu planların içinde dikkatlice düşünülmeli.

Stokların muhtevyatı değiştikçe balıkçıların seçim yapması gerekiyor: stokları takip etmek için kutuplara gitmek yada yeni türler aramak
İklim değişikliği denizde yaşayan balıkları yeniden konumlandırmaya zorlarken tüm ekosistem bundan etkilenecek. Papağan balığı, kelebek balığı ve deniz tavşanının bir zamanlar ılıman ikli olan Akdeniz, Avusturalya ve Japonya’da yayılım göstermesi buna en güzel örnek. Bu otçul canlılar daha fazla yayıldıkça daha fazla su altı otlak alanı bu canlılar tarafından tüketilir ve geride kalan sadece su altı çöllerdir. Bu durum Japonya’da isoyake olarak bilinen durumdur.
Tropik bir istila olarak kabul edilebilecek bu yayılım ciddi bir kriz olduğu kadar aslında bazı fırsatları da barındırıyor. Akdeniz’de yosun yayan deniz tavşanı etrafında bir çeşit kulübe balıkçılığı gelişirken Japonya’da deniz yosunu tarafından boşaltılan alana esmer su yosunu yerleşti. Fakat bunlar ısınmayı tek başına fırsata çevirecek kadar güçlü argümanlar olmadı. Avusturalya’da aşırı otlamaya ve ısınan su sıcaklığına bağlı olarak, Batı kıyılarında esmer su yosununun seviyesini 60km’ye kadar düştüğünü ve bu yosunun altında yaşamaya devam eden abalon ve ıstakoz gibi ekonomik değeri olan türlerin ortamdan çekildi. Türler kutuplara doğru çekiliyor ama bir noktadan sonra çekilecek yer kalmayacak.
Göç esnasında kutuplara doğru gidiş bir kural gibi görünse de istisnalar da yok değil. Örneğin Maine körfezinde şu anda bulunan pek çok tür güney batıya sürüklenmek yerine kıyıya daha yakın olan daha soğuk noktalar arıyor. 2013 yılında yapılan ve 350 kadar türü kapsayan bir çalışma canlıların yer değiştirme hızının iklimsel değişimlerle ilintili olduğunu gösterdi. Daha da şaşırtıcı ve ilginç olanı, göçlerin daima kutuplara doğru olmadığıydı. Alaska körfezindeki türler Pasifik soğutma döngüsüyle uyumlu olarak güneye doğru iniyor. Bu da iklim değişikliği ile ilgili çok önemli bir ders almamızı sağlıyor: Denizlerin her yeri eşit derece ısınmıyor ve yerel koşullar balık hareketlerini geniş eğilimlere yönlendirir.
Balıkçılığı da etkileyen bu hızlı dönüşüm karşısında balıkçılıkla ilgili olan bazı ajanslar ve topluluklar deniz ürünlerinin geleceği konusunda kafa yormaya başladı. 2016 yılında NOAA kuzeydeki kabukluların ve balıkların - özellikle somon ve yılanbalığı gibi hayatlarının bir bölümünü tatlısuda geçiren türlerin; yarısına yakınının tehlike altında olduğunu keşfetti.
Denizlerdeki stoğun durumu ve şekli değiştikçe balıkçılıkla uğraşanlar bazı tercihler yapmak zorunda: ya türleri takip etmek için kutuplara doğru gitmek zorundalar yada yeni türleri avlamaya başlamalılar. Her iki durumda da büyük ölçekli ve iyi organize olmuş balıkçılar aşırı avlanmaya karşı sıkı düzenlemeler ve endüstiyel konsorsiyumlar nedeniyle yeni yüklere sahip oluyor. Küçük balıkçıların ise iklim değişikliği nedeniyle yaşadıkları bölgeye yerleşen yeni türlerle balıkçılık yapma kabiliyetleri büyüklere oranla daha sıkıntılı. Çünkü uzağa gitme kabiliyetleri daha azdır, bir seferde daha az deniz ürünü taşıyabilir ve ulaşım kabiliyetine bağlı olarak başka bölgelerdeki balıkçılık faaliyetleri ürünlerine daha zor erişir.
Uyum sağlama ve başlangıçta düzenleyiciler iklim değişikliğinin karar verme sürecine dahil edildi; örneğin NOAA kelebekbalığının avlanma limitinin belirlenmesi için su sıcaklığı verilerini kullandı, fakat bu tür vaka incelemelerinin sayısı az ve yetersiz kaldı. Kelebekbalığı ve siyah levrek diğer türlerle birlikte daha kuzeye göç ederken av miktarını takip etmek yavaş kaldı. Kuzey Carolina’daki balıkçılar en yüksek siyah levrek kotasına sahip oldular bir başka örneği vermek gerekirse, absürd olan Kuzey Carolina’lı balıkçıların siyah levrek avlamak için 10 saate yakın kuzeye doğru yüzmeleri gerekirken New England’lıların tuttukları siyah levrekleri atmak zorunda kalmalarıydı.
Amerika’da açık denizde levrek avcılığı kotası hırgürü Avrupa’daki “sözde” ringa ve uskumru savaşıyla kıyaslandığında daha olumlu duruyor. Avrupa’daki bu anlaşmazlık, iklim değişikliğine bağlı olarak söz konusu ekonomik değerli türlerin İrlanda ve İskoçya kıyılarından İzlanda ve Faroe Adalarına göç etmesiyle 2010 yılında başladı. AB üyesi olmayan bu iki ülke, beklenmedik ve ani şekilde kıyı sularında gösteren bu bolluktan avlaam kotalarını kaldırarak faydalanmaya çalışınca AB, bu avlama aktivitesinin önüne geçmek için ticari yaptırım uyguladı. Taraflar sonunda anlaşmaya vardı fakat dünya üzerinde sınır geçişli balıkçılık konusunda çıkan uluslararası anlaşmazlıkların sonunun görünmediği bir kez daha ortaya çıktı.
Balıkçılıkla ilgili çalışan yöneticiler, her türün bireysel olarak deniz suyunun ısınmasına karşı nasıl tepki vereceğini tahmin edemiyor fakat çevresel değişikliklere karşı hızlı reaksiyon alabilirler. Küresel ölçekte balık hareketleri şu an için karanlık olabilir fakat bilim insanlarının bilinmezlere karşı hazır olması gerekiyor. Her zaman beklenmeyen olaylar olacak ve yapılabileceklerle yöntemlerin iklim değişikliğine hazır olduğundan emin olmalıyız.
Yale.edu adresindeki makaleden Türkçe'ye adapte edilmiştir.
Cape Cod Kanalı, Cape Cod Körfezi'nden Buzzards Körfezi'ne sekiz kilometre uzanan serpantinli yapay bir suyolu. Sıcak yaz akşamlarında oltacılar sıralandıkları banklar boyunca çizgili levrek avlamak için itişip kakışır. Ve bundan sonrası Justin Sprague’un 6 Ağustos 2013 akşamı gelecekten yakaladığı balıkla ilgili.
Sprague, tuttuğu büyükçe balığı ilk önce ringa balıklarının cazibesine kapılmış olan bir köpekbalığı sandı. Uzun uğraşlar sonunda kıyıya çekilen balığın başına birikenler, mükemmel yüzgeç ve vücut tasarımıyla bir yelkenbalığının kıyıda yatmakta olduğunu gördüler.
Yelkenbalığının Cape Cod kanalınında yaşamadığını bilmek için bir ihtiyolojist olmaya gerek yok. Istiophorus albicans tropik ve subtropik sularda yaşarken kendi iyi hisseder; New England’ı ara sıra ziyaret ederken Massachusetts’te daha önce görüldüğüne dair bir kayıt yok. Fakat bir çeşit sportif avcılık balığı olan Cobia ve hatta torpido balıklarının bile avcılığı son derece sıradan hale gelmeye başladı. Cape Cod’dan Nova Scotia’ya kadar uzanan Maine Körfezi dünya üzerindeki okyanus sistemlerinden daha fazla ısındı. İklim değişikliği doğal oşeonografik desene (Atlantic Multidecadal Oscillation) eklendiğinden 2004 yılından 2013 yılına kadar su yüzeyi sıcaklığı 3,6F artış gösterdi. Bu durumun ekolojik dönüşümü ise deniz balıkçılığı yönetiminde karışıklıklara küresel ısınmanın dünya denizleri üzerine etkilerini gösteren bir pencere açmak oldu.

Maine Körfezi patırtılı bir değişimle yüzleşti fakat bu değişim yalnızca deniz ekosistemini tepetaklak etmekten uzakta. 2013 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir araştırma -evrensel olarak- balıkların daha yüksek enlemlere kaçtığını göstermekte ve kutupların yaşamayı sevdikleri sıcaklık aralığındaki sularında kalmayı tercih ettiklerini gösteriyor. Okyanusun bu tarafında, Portekiz'de balıkçılar daha sıcak iklimlerden gelen 20 kadar yeni balık türünü avladılar. Chinok salmonları seyrek de olsa Arktik nehirlere girip çıkmaya başladı. Kuzey Avrupa’da sardalyanın ringa ile değişiyor, soğuk suyu seven morina ve Atlantik morinası kuzeye doğru rota çiziyor. Suyun dibinde yaşayarak yaşamlarını orada devam ettiren canlılar ise serin sular için kıta sahanlığından git gide uzaklaşıyor.
Okyanuslar 1880 yılında kayıt altına alınmaya başlamasından itibaren daha sıcak.
Süregelen zamandan bu yana okyanus, küresel iklim değişikliği ile mücadelede en büyük yardımcımız. Atmosferin aşırıya kaçan sıcağının %90 gibi ciddi bir miktarını emiyor fakat bu gezegensel bir sünger gibi davranış artık çanlarını çalıyor. 1970 yılından bu yana küresel ölçekteki deniz suyunun sıcaklığı 1 F kadar arttı ve okyanuslar 1880 yılında kayıt altına alınmaya başlanmasından itibaren artık daha sıcak.
Atlantik Okyanusu’nun sıcaklığı arttıkça okyanusun doğal sakinleri dramatik bir yeniden düzenleme geçirdi. Rutgers Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre bir zamanlar Kuzey Carolina’nın kıyılarında yaşam alanı bulan siyah deniz levreği iki derece yukardaki New Jersey sahillerini yeni evi olarak belirledi, ıstakozlar Long Island’dan kayboldu. Çünkü yükselen sıcaklıklar kabukluları hastalıklara karşı daha çabuk ve hızlı etkiliyordu. Doğal ekosistem için ciddi bir sorun olan ringa ile hatta mavi yengeçler de Maine körfezine yerleşti.
Suların ısınması, deniz için en önemli faktör olmasına rağmen iklim değişikliğinin deniz yaşamına üç yönlü etkisinde yalnızca bir cephe. Okyanusun havadaki fazla karbodioksidi emmesi deniz suyunu daha asidik hale getirir ve kalsiyum karbonat yönünden suyu daha az doygun hale geçirir. Bu da kalsiyum karbonatı doğal olarak kabuk oluşumunda kullanan canlıları tehlikeye atar. Ayrıca daha asitli su balıkları larval dönemlerinde etkiler ve balıkların daha larva aşamasında yaşama şanslarını düşürerek popülasyonların geleceğini tehlikeye atar.
Suyun deoksijenasyonu, yani bizim bildiğimiz tanımıyla suyun içindeki ölü bölgeler suyun asitleşmesinden daha da önemli bir tehlikedir. Bilim insanları şu anda Meksika Körfezi, Chesapeake Körfezi ve içinde tarım atığı biriken körfezlerdeki ölü bölgeler konusunda düzenli olarak bilgilendiriliyorlar ve iklim değişikliği neticesinde bu bölgelerin sayısının günden güne artacağı tahmin ediliyor. Sıcak su, soğuk suya oranla daha az miktarda çözünmüş oksijeni bünyesinde tutmakla kalmaz aynı zamanda tabakalaşma eğilimi gösterir. 1980 yılından beri okyanusların oksijen kaybetmesinin sebeplerinden birisinin bu tabakalaşma olduğu düşünülüyor. Az oksijenle yaşamak konusunda Pasifik kıyılarındaki canlılar adapte olmayı başardı fakat her canlının bir sınırı var. Ortamdaki oksijenin azalması habitatların da yok olmasının önünü açıyor. Hızlı hareket edebilen türler daha soğuk sulara yada suyun daha sığ kesimlerine hareket edebilirken asıl tehlike kolayca yer değiştiremeyen türler için kendini gösteriyor ve bu türler yok oluyor.
Deoksijenasyonun bir diğer acımasız etkisi ise daha sıcağın canlıların metabolizmalarını hızlandırması ve nefes almak için daha fazla oksijen kullanmaya zorlaması. Öyle ki ısınan ve git gide daha ılık hale gelen su morinaların, kaya yengeçlerinin ve tatlı su gelincik balıklarının dağılımını etkiliyor. Eğer uzun dönem balıkçılık planları yapılacaksa artık okyanuslardaki oksijen kayıpları bu planların içinde dikkatlice düşünülmeli.

Stokların muhtevyatı değiştikçe balıkçıların seçim yapması gerekiyor: stokları takip etmek için kutuplara gitmek yada yeni türler aramak
İklim değişikliği denizde yaşayan balıkları yeniden konumlandırmaya zorlarken tüm ekosistem bundan etkilenecek. Papağan balığı, kelebek balığı ve deniz tavşanının bir zamanlar ılıman ikli olan Akdeniz, Avusturalya ve Japonya’da yayılım göstermesi buna en güzel örnek. Bu otçul canlılar daha fazla yayıldıkça daha fazla su altı otlak alanı bu canlılar tarafından tüketilir ve geride kalan sadece su altı çöllerdir. Bu durum Japonya’da isoyake olarak bilinen durumdur.
Tropik bir istila olarak kabul edilebilecek bu yayılım ciddi bir kriz olduğu kadar aslında bazı fırsatları da barındırıyor. Akdeniz’de yosun yayan deniz tavşanı etrafında bir çeşit kulübe balıkçılığı gelişirken Japonya’da deniz yosunu tarafından boşaltılan alana esmer su yosunu yerleşti. Fakat bunlar ısınmayı tek başına fırsata çevirecek kadar güçlü argümanlar olmadı. Avusturalya’da aşırı otlamaya ve ısınan su sıcaklığına bağlı olarak, Batı kıyılarında esmer su yosununun seviyesini 60km’ye kadar düştüğünü ve bu yosunun altında yaşamaya devam eden abalon ve ıstakoz gibi ekonomik değeri olan türlerin ortamdan çekildi. Türler kutuplara doğru çekiliyor ama bir noktadan sonra çekilecek yer kalmayacak.
Göç esnasında kutuplara doğru gidiş bir kural gibi görünse de istisnalar da yok değil. Örneğin Maine körfezinde şu anda bulunan pek çok tür güney batıya sürüklenmek yerine kıyıya daha yakın olan daha soğuk noktalar arıyor. 2013 yılında yapılan ve 350 kadar türü kapsayan bir çalışma canlıların yer değiştirme hızının iklimsel değişimlerle ilintili olduğunu gösterdi. Daha da şaşırtıcı ve ilginç olanı, göçlerin daima kutuplara doğru olmadığıydı. Alaska körfezindeki türler Pasifik soğutma döngüsüyle uyumlu olarak güneye doğru iniyor. Bu da iklim değişikliği ile ilgili çok önemli bir ders almamızı sağlıyor: Denizlerin her yeri eşit derece ısınmıyor ve yerel koşullar balık hareketlerini geniş eğilimlere yönlendirir.
Balıkçılığı da etkileyen bu hızlı dönüşüm karşısında balıkçılıkla ilgili olan bazı ajanslar ve topluluklar deniz ürünlerinin geleceği konusunda kafa yormaya başladı. 2016 yılında NOAA kuzeydeki kabukluların ve balıkların - özellikle somon ve yılanbalığı gibi hayatlarının bir bölümünü tatlısuda geçiren türlerin; yarısına yakınının tehlike altında olduğunu keşfetti.
Denizlerdeki stoğun durumu ve şekli değiştikçe balıkçılıkla uğraşanlar bazı tercihler yapmak zorunda: ya türleri takip etmek için kutuplara doğru gitmek zorundalar yada yeni türleri avlamaya başlamalılar. Her iki durumda da büyük ölçekli ve iyi organize olmuş balıkçılar aşırı avlanmaya karşı sıkı düzenlemeler ve endüstiyel konsorsiyumlar nedeniyle yeni yüklere sahip oluyor. Küçük balıkçıların ise iklim değişikliği nedeniyle yaşadıkları bölgeye yerleşen yeni türlerle balıkçılık yapma kabiliyetleri büyüklere oranla daha sıkıntılı. Çünkü uzağa gitme kabiliyetleri daha azdır, bir seferde daha az deniz ürünü taşıyabilir ve ulaşım kabiliyetine bağlı olarak başka bölgelerdeki balıkçılık faaliyetleri ürünlerine daha zor erişir.
Uyum sağlama ve başlangıçta düzenleyiciler iklim değişikliğinin karar verme sürecine dahil edildi; örneğin NOAA kelebekbalığının avlanma limitinin belirlenmesi için su sıcaklığı verilerini kullandı, fakat bu tür vaka incelemelerinin sayısı az ve yetersiz kaldı. Kelebekbalığı ve siyah levrek diğer türlerle birlikte daha kuzeye göç ederken av miktarını takip etmek yavaş kaldı. Kuzey Carolina’daki balıkçılar en yüksek siyah levrek kotasına sahip oldular bir başka örneği vermek gerekirse, absürd olan Kuzey Carolina’lı balıkçıların siyah levrek avlamak için 10 saate yakın kuzeye doğru yüzmeleri gerekirken New England’lıların tuttukları siyah levrekleri atmak zorunda kalmalarıydı.
Amerika’da açık denizde levrek avcılığı kotası hırgürü Avrupa’daki “sözde” ringa ve uskumru savaşıyla kıyaslandığında daha olumlu duruyor. Avrupa’daki bu anlaşmazlık, iklim değişikliğine bağlı olarak söz konusu ekonomik değerli türlerin İrlanda ve İskoçya kıyılarından İzlanda ve Faroe Adalarına göç etmesiyle 2010 yılında başladı. AB üyesi olmayan bu iki ülke, beklenmedik ve ani şekilde kıyı sularında gösteren bu bolluktan avlaam kotalarını kaldırarak faydalanmaya çalışınca AB, bu avlama aktivitesinin önüne geçmek için ticari yaptırım uyguladı. Taraflar sonunda anlaşmaya vardı fakat dünya üzerinde sınır geçişli balıkçılık konusunda çıkan uluslararası anlaşmazlıkların sonunun görünmediği bir kez daha ortaya çıktı.
Balıkçılıkla ilgili çalışan yöneticiler, her türün bireysel olarak deniz suyunun ısınmasına karşı nasıl tepki vereceğini tahmin edemiyor fakat çevresel değişikliklere karşı hızlı reaksiyon alabilirler. Küresel ölçekte balık hareketleri şu an için karanlık olabilir fakat bilim insanlarının bilinmezlere karşı hazır olması gerekiyor. Her zaman beklenmeyen olaylar olacak ve yapılabileceklerle yöntemlerin iklim değişikliğine hazır olduğundan emin olmalıyız.
Yale.edu adresindeki makaleden Türkçe'ye adapte edilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder