Denize girdiğinizde en az bir kere gördüğünüz yada fiziksal olarak temas ettiğiniz şeffaf ve yapışkan canlılara daha yakından bakmaya ne dersiniz? Suyun içinde bir yaprak misali açılıp kapanan, şeffaf, mavi, kırmızı yada yeşil renkte olan, enteresan formu ile merak uyandıran ve bazen de korku salan bu canlılar, Türkçe’de genel olarak denizanası olarak isimlendiriliyor.
Cnidaria phylumu içindeki denizanaları, şimdiye kadar paylaştığımız canlılardan farklı bir taksonomik yere sahip. En geç 700 milyon yıl öncesinde ortaya çıktığı tahmin edilen ve tamamen omurgasız olan ve herhangi bir iskelete sahip olmayan bu canlılar, en büyük plankterler olarak kabul edilmelerinin yanında İngilizce’deki terim karşılığı olan jelly fishte geçtiği gibi bir balık türü değildir. Onlara bu isim, jele benzeyen görünümlerinden dolayı verilmiş ve 1976 yılında ilk kez isimlendirilmelerinden sonra gittikçe sayıları artan ve popüler hale gelen akvaryumlarda "jelly fish" olarak tanıtılmışlar. Denizanaları, aynı zamanda biyolojik olarak "medüz" yada "polip" ismini de alırlar. Teknik bir bilgi olarak medüzler, suyun içinde aktif yada pasif olarak hareket edip bir yerden başka bir yere hareket edebilenler, polipler ise bir yere sahip oldukları bir sap ile bağlanıp sabit olarak yaşayanlar (sesil yaşam formları) olarak tarif edilebilir.

Denizanalarının genel fizyolojik özelliklerine baktığımızda, karşımıza diğer deniz canlılarında da rastladığımız temel organ ve fonksiyonlar topluluklarına benzer işlevdeki sistemler çıkıyor. Dünya denizlerinde ve az miktarda da olsa tatlı sularında yaşayan bir çok gelişmiş denizanası türünde boşaltım / ozmoregülasyon, sinir sistemi, hareket organları ve solunum mekanizmaları keşfedilmiş. Deniz anasının şemsiyesini örten epidermisi içindeki gevşek sinir ağıda – aynı zamanda beyin işlevini de görür, hayvanın vücudunun çeşitli durumlara karşı – dokunma ve ışığa karşı reaksiyon gibi, tepki vermesini sağlayan bir mekanizma görevi görür. Böylece tehlike anında canlı, bulunduğu ortamdan kaçma davranışını gösterir yada bazı türlerde olduğu gibi üstünde bulunan çeşitli toksinleri salarak savunma moduna geçer e kendisini avlamaya çalışan canlıyı uzaklaştırır.
Sinir ağı, deniz anasının gövdesinin kasılarak ileri-geri dalgalanmasını ve dolayısıyla da suyun içinde aktif hareket edebilmesini sağlar. Bu süreçte dokungaçları ile avladıkları canlılarla beslenirler. Genel besinlerini plankton ve çok küçük balıklar oluşturur. Denizanaları genellikle oksijence fakir ve nispeten kirli sularda, askıda katı maddelerin fazlaca oluğu sularda daha rahat yaşayıp ürerler. Dolayısıyla temiz sularda yaşamaya adapte olan bir kaç tür haricinde, deniz analarının kirlilik indikatörü olarak kabul edebiliriz.

Denizlerindeki bazı denizanası türlerinin toksinleri, diğer canlılar üzerinde oldukça güçlü etkiye sahiptir. Öyle ki kısa süreli yangılardan alerjik reaksiyonlara hatta felç yada ölümle sonuçlanabilecek zincirleme tepkimelere neden olabilirler. Denizanası sokması olarak halk arasında ifade edilen bu durum, canlının tentakülü ile temas eden kısmında kızarıklık, şişme, su toplama, aşırı kaşıntı gibi şekillerde kendisini gösterir. Medüzün cinsine göre toksikoloji konusundaki bir uzmanın ivedilikle görmesinin gerektiği durumların haricinde toksin ile temas eden bölgenin limon yada sirke ile yıkanması, toksinin dokudan uzaklaştırılması için iyi bir yöntem olarak kabul edilir.
Dünya üzerinde, şu ana kadar tanımlanmış olan 700 kadar farklı deniz anası türü var ve gezegendeki denizlere ve tatlı sulara yayılmış halde 14 milyardan fazla denizanasının olduğu tahmin ediliyor. Şimdiye dek tanımlanmış en zehirli tür Avusturalya kıtasının kuzeyinde yaşayan Kutu deniz anası (Chironex fleckeri). Yalnızca bir tırnak boyutunda olan Kutu deniz anası, 3 metreye kadar uzayabilen ve toplamda 60 tane kadar sayılabilen tentakülleri ile dokunduğu canlıda toksik hasara ve ölüme neden oluyor. Mevsimsel olarak Türkiye denizlerinde de rastlanan bu türün haricinde özellikle Marmara Denizi’nde üreyen Pusula, Mavi ve zararsız Ay deniz anaları, Türkiye’nin önemli türlerini temsil ediyorlar.

Deniz anaları, elbette ki besin zinciri içinde başka türlerin besinlerini oluşturuyor. Özellikle deniz kaplumbağaları, deniz kuşları, bazı salyangozlar, balinalar ve insanlar için besleyici bir besin maddesi olarak kabul ediliyor. Özellikle uzak doğuda Çin, Japonya ve Kore’de deniz anasının ana malzeme olarak kullanıldığı ve pek çok farklı şekilde pişirilerek servis edilen gıda maddesi bulunuyor...
Cnidaria phylumu içindeki denizanaları, şimdiye kadar paylaştığımız canlılardan farklı bir taksonomik yere sahip. En geç 700 milyon yıl öncesinde ortaya çıktığı tahmin edilen ve tamamen omurgasız olan ve herhangi bir iskelete sahip olmayan bu canlılar, en büyük plankterler olarak kabul edilmelerinin yanında İngilizce’deki terim karşılığı olan jelly fishte geçtiği gibi bir balık türü değildir. Onlara bu isim, jele benzeyen görünümlerinden dolayı verilmiş ve 1976 yılında ilk kez isimlendirilmelerinden sonra gittikçe sayıları artan ve popüler hale gelen akvaryumlarda "jelly fish" olarak tanıtılmışlar. Denizanaları, aynı zamanda biyolojik olarak "medüz" yada "polip" ismini de alırlar. Teknik bir bilgi olarak medüzler, suyun içinde aktif yada pasif olarak hareket edip bir yerden başka bir yere hareket edebilenler, polipler ise bir yere sahip oldukları bir sap ile bağlanıp sabit olarak yaşayanlar (sesil yaşam formları) olarak tarif edilebilir.

Denizanalarının genel fizyolojik özelliklerine baktığımızda, karşımıza diğer deniz canlılarında da rastladığımız temel organ ve fonksiyonlar topluluklarına benzer işlevdeki sistemler çıkıyor. Dünya denizlerinde ve az miktarda da olsa tatlı sularında yaşayan bir çok gelişmiş denizanası türünde boşaltım / ozmoregülasyon, sinir sistemi, hareket organları ve solunum mekanizmaları keşfedilmiş. Deniz anasının şemsiyesini örten epidermisi içindeki gevşek sinir ağıda – aynı zamanda beyin işlevini de görür, hayvanın vücudunun çeşitli durumlara karşı – dokunma ve ışığa karşı reaksiyon gibi, tepki vermesini sağlayan bir mekanizma görevi görür. Böylece tehlike anında canlı, bulunduğu ortamdan kaçma davranışını gösterir yada bazı türlerde olduğu gibi üstünde bulunan çeşitli toksinleri salarak savunma moduna geçer e kendisini avlamaya çalışan canlıyı uzaklaştırır.
Sinir ağı, deniz anasının gövdesinin kasılarak ileri-geri dalgalanmasını ve dolayısıyla da suyun içinde aktif hareket edebilmesini sağlar. Bu süreçte dokungaçları ile avladıkları canlılarla beslenirler. Genel besinlerini plankton ve çok küçük balıklar oluşturur. Denizanaları genellikle oksijence fakir ve nispeten kirli sularda, askıda katı maddelerin fazlaca oluğu sularda daha rahat yaşayıp ürerler. Dolayısıyla temiz sularda yaşamaya adapte olan bir kaç tür haricinde, deniz analarının kirlilik indikatörü olarak kabul edebiliriz.

Denizlerindeki bazı denizanası türlerinin toksinleri, diğer canlılar üzerinde oldukça güçlü etkiye sahiptir. Öyle ki kısa süreli yangılardan alerjik reaksiyonlara hatta felç yada ölümle sonuçlanabilecek zincirleme tepkimelere neden olabilirler. Denizanası sokması olarak halk arasında ifade edilen bu durum, canlının tentakülü ile temas eden kısmında kızarıklık, şişme, su toplama, aşırı kaşıntı gibi şekillerde kendisini gösterir. Medüzün cinsine göre toksikoloji konusundaki bir uzmanın ivedilikle görmesinin gerektiği durumların haricinde toksin ile temas eden bölgenin limon yada sirke ile yıkanması, toksinin dokudan uzaklaştırılması için iyi bir yöntem olarak kabul edilir.
Dünya üzerinde, şu ana kadar tanımlanmış olan 700 kadar farklı deniz anası türü var ve gezegendeki denizlere ve tatlı sulara yayılmış halde 14 milyardan fazla denizanasının olduğu tahmin ediliyor. Şimdiye dek tanımlanmış en zehirli tür Avusturalya kıtasının kuzeyinde yaşayan Kutu deniz anası (Chironex fleckeri). Yalnızca bir tırnak boyutunda olan Kutu deniz anası, 3 metreye kadar uzayabilen ve toplamda 60 tane kadar sayılabilen tentakülleri ile dokunduğu canlıda toksik hasara ve ölüme neden oluyor. Mevsimsel olarak Türkiye denizlerinde de rastlanan bu türün haricinde özellikle Marmara Denizi’nde üreyen Pusula, Mavi ve zararsız Ay deniz anaları, Türkiye’nin önemli türlerini temsil ediyorlar.

Deniz anaları, elbette ki besin zinciri içinde başka türlerin besinlerini oluşturuyor. Özellikle deniz kaplumbağaları, deniz kuşları, bazı salyangozlar, balinalar ve insanlar için besleyici bir besin maddesi olarak kabul ediliyor. Özellikle uzak doğuda Çin, Japonya ve Kore’de deniz anasının ana malzeme olarak kullanıldığı ve pek çok farklı şekilde pişirilerek servis edilen gıda maddesi bulunuyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder